1. Anasayfa
  2. Genel

Erzurum’da Üretilen Takılar ve Tarihçesi

Erzurum’da Üretilen Takılar ve Tarihçesi
0

Erzurum’da Üretilen Takının Tarihçesi

Erzurum’da Üretilen Takılar ve Tarihçesi Erzurum topraklarında Paleolitik çağdan beri çok sayıda millet ve kavim yaşamıştır. Kalkolitik dönem sonu ve ilk Tunç Çağı başlangıcında bölge, Anadolu’nun büyük bir bölümüne yayılmış olan Karaz kültürünün merkezi oldu. Urartular M.Ö.8. ve 9. Yüzyıllarda bölgede hakimiyet kuran önemli medeniyetlerden biridir. Medler, Persler, İskender İmparatorluğu, Selokidler ve Romalılar’dan sonra XI.yüzyılın sonlarında Türk İslam uygarlığı ile tanışan ve bu uygarlıkların takı geleneğinden izler taşıyan ve süregelen zamanda Anadolu’nun önemli kuyumculuk merkezlerinden biri olan Erzurum’da Üretilen Takılar ve Tarihçesi Erzurum’da kuyumculuk tekniklerinde Türk-İslam Uygarlığının büyük etkisi görülmekte (Atasay Kuyumculuk. 2004. s.100).

Erzurum’da Üretilen Takılar ve Tarihçesi Günümüzde kuyumculuk bölgede önemli bir sektör olarak devem ettirilmektedir. Bölgeye özgü altın, gümüş ve oltutaşı takıların imalatı ve satışı yapılmaktadır. Şehirde kuyumculuk ve takı imalatı konusunda 35 adet atölye bulunmaktadır. 22 ayar altın takı satışı yapan 100 adet kuyumcu, gümüş ve oltutaşı takı satışı yapan 120 adet kuyumcu faaliyet göstermektedir.

Bu araştırma ile Erzurum ilinde takı kavramının, tarihsel süreçten günümüze kadar geçirdiği kimlik evreleri ele alınarak, takı kültürünün, tasarım, kullanım, teknik, ve Pazar araştırması yapılmıştır. Erzurum’da Üretilen Takılar ve Tarihçesi Günümüzde Erzurum ilinde takı tasarımı, üretimi ve pazarlanması konusunda, bulunduğu mevcut durum, bölgede uygulanan anket ve gözlem formlarından yararlanılarak belirlenmiştir. Araştırma sonuçları ile güncel veriler elde edilmiştir.

Araştırmanın evrenini Erzurum ilinde bulunan altın, gümüş ve oltutaşı üretimi yapan 35 atölye, 22 ayar altın takı satışı yapan 100 adet kuyumcu,   120 adet gümüş ve oltutaşı takı satışı yapan toplam 255 kuyumcu oluşturmaktadır. Bu araştırma kapsamında Erzurum ilinde altın kuyumculuğu yapan, oltutaşı işlemeciliği yapan ve ürünlerin satışını gerçekleştiren toplam 80 kuyumcu, üretici, yönetici ve çalışana anket uygulanmıştır. Anketler sonucunda elde edilen bilgiler tablolar aracılığıyla frekans ve yüzde olarak ifade edilmiştir.

Bu araştırmada, bölgede geleneksel takı olarak üretilen Erzurum burma bileziğinin üretim aşamalarının analizi yapılmıştır. Günümüzde bölgede üretilmekte veya satışı yapılmakta olan ve seçilen 75 adet altın, gümüş, oltutaşı ürün, hazırlanan gözlem formları ile araştırmada tanıtılmıştır.

Türklerde Süsleme Sanatı

 Sanat, tüm düşünce tarzlarını, tüm inanışları, tüm gelenekleri çeşitli yollarla bir araya toplayıp en açık şekilde ifade etme biçimidir. Sanat ürünü kendi bünyesinde birbirine bağlı ve organik bir uygarlığın oluşturduğu gösteridir (Moscati, 1985.s.61). Her türlü duygu ve düşüncenin çeşitli yollarla dışavurumu olarak kabul edilen sanat tiyatrodan resme, müzikten edebiyata kadar kişiyi yaratıcılığa yönelten ve çabaların bir ürünle sonuçlanmasını sağlayan alanlardır. Yaratıcı süreçlerde, bilhassa sanat alanındaki yaratma süreçlerinde son derece karmaşık ve yoğun oluşumlar bulunduğu bilinmektedir (San, 1985.s.51).

Sanatın alt dallarından biri olan süsleme sanatlarının büyük bir itibar kazanmasının ve gelişmesinin en önemli nedenlerinden biri, bütün müslüman toplumlarda olduğu gibi, Türklerde de insan ve hayvan figürleri yapılmasının yasak olması sonucu sınırlı bir alanda sıkışıp kalmış olan sanatçı hünerli bir insan haline gelmiş ve yeni süs motifleri bulmaya çalışmış. Türklerde tabiattan aynen taklit edilmiş şekillere pek az rastlanır. Türklerde süsleme her türlü maddi gerçeklikten kurtulmuş, idealizmle dolu bir hayal gücünün verimidir.

Türk sanatında birbirinden farklı dört süsleme türü görülmekte;

  1. Sembolik Süsleme
  2. Geometrik Süsleme
  3. Bitkisel Süsleme
  4. Kitabe ve yazı şeklinde süsleme (Arseven, s.203-205-210).

Takı Kavramı

Takı, bireyin yaşamını sürdürürken dahil olduğu topluluğa, kendi sahip olduğu yaşam felsefesi, sosyal konumu ve düşünce biçimine özgü mesajlar vermesine aracı olan, süslenme ve beğenilme gereksinimini karşılayan, değerli – değersiz metal ve taşlardan yapılan obje veya üründür.

Takı, süsleme – form (biçim) – malzeme üçlemesinin oluşturduğu düzenin yanı sıra, gerekli teknik imkanları ve ustalığı kullanarak oluşturulan veya üretilen fonksiyonel süs eşyası olarak tanımlanabilmektedir (Yağmur, 2007,s.161).

Takı Kültürünün Kimlik Evreleri

Takı, kültürler doğrultusunda ve çizgisinde tasarlanmış ve her dönemin teknolojik imkanlarına göre üretilerek, kültürel ve tarihsel bir anlatıcı özelliğine sahip olmuştur. Takı taşıyıcı sadece kendisiyle ilgili değil, yaşadığı çağ, toplumsal durum, inanışları, gelenekleri ve estetik anlayışı hakkında bilgi verebilir. Kişiler takı kullanırken ona her dönemde çeşitli anlamlar yüklemiştir (Yağmur, 2007,s.162).

Anadolu’da Takı Kültürü Tarihine Genel Bakış

Kuyumculuğun tarihi M.Ö.4.bin yıla dayanmaktadır. Anadolu’da, Trakya’da ve Mezopotamya’da bunu belgeleyen örnekler ele geçirilmiştir. M.Ö.7.yüzyıldan sonra kuyumculuk ve takı çeşitleri konusundaki bilgilerimiz çoğalır. Bunun nedeni hem buluntuların hem de Antikçağ yazılı kaynaklarının bu dönemden sonra çok olmasıdır (Meriçboyu. 2001. S. 26).

Tarih boyunca farklı coğrafyalarda büyük-küçük birçok devlet kuran Türkler, değişik kültürlerden etkilenerek aynı zamanda bu kültürleri de etkilemişlerdir. Bilinen eski kayıtlara göre Orta Asya’da M.Ö.IV. Yüzyıl’da ortaya çıkan ilk Türk topluluğu olan Hunlar’la başlayan Türk tarihi, Göktürkler, Uygurlar, Kırgızlar, Türgişler, Karluklar, Oğuzlar, Sabarlar, Avarlar, Hazarlar, Peçenekler, Uzlar, Kıpçaklar, Bulgarlar, Büyük Selçuklu Devleti, Anadolu Selçuklu Devleti, Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kapsayan geniş bir tarihe ve kültüre sahiptir (Tağtekin ve Öztekin, 2002, s.9-176).

M.Ö.1000’in ilk yarısında Anadolu’da yaşayan ve maden işlemede oldukça ileri olan Urartular’ın takıları, Asur, Geç Hitit ve Frig takıları ile benzerlik göstermektedir. Savaşçı bir toplum olan Asurlular, yırtıcı yüz ifadeli aslan ve benzeri hayvanları takılarında kullanmışlardır. Anadolu’nun büyük bir kısmını egemenliği altında tutan Hititlere ait fazla sayıda takı örneği bulunmamaktadır. Bunun en önemli nedenlerinden biri günümüze kadar bir Hitit kral mezarı bulunamamış olmasıdır.

Halk mezarlarından çıkarılan cam, bronz, pişmiş toprak ve değerli metallerden yapılmış olan takıların birbiriyle benzer olduğu düşünülmektedir. Bunların yanında Hitit takı sanatını, bir kısmı muska olarak da kullanılan altın, bronz, fildişi ve kuvars ile yapılmış tanrı ve tanrıça heykelcikleri oluşturmaktadır. Urartu’larla aynı dönemde hüküm süren Frig’ler, takılarda istif anlayışı ile düzenlenmiş olan geometrik motifler kullanmıştır. Teokratik merkeziyetçi yönetimi nedeniyle, Urartu’da üretilen bütün takılar, yaptıkları diğer sanat eserlerinde olduğu gibi aynı kişi tarafından yapıldığı düşüncesi yaratacak kadar benzerdir (Çamaş, 2007.s.8-9).

M.Ö.4.binin sonu ve 3.binin başlarında Anadolu Tunç çağı’na girmiştir. Bakıra kalay katarak tuncu elde etmeyi başarmış olan Anadolu insanı, tuncun yanı sıra bakır, altın, gümüş gibi madenleri dövme ve dökme tekniğinde işleyerek dinsel amaçlı veya günlük ihtiyaçlara cevap veren objeler üretmiştir. Kazılar sonucu mezarlarda bulunan altın, gümüş ve tunç süs eşyaları metal işçiliğinin en yüksek seviyeye ulaştığını göstermektedir. M.Ö.8.yüzyılın sonu ile 7.yüzyılın başlarında oryantal motifleri kıymetli metal ve fildişi eserlerde yerel özelliklerle birlikte kullanmışlardır. M.Ö.7.yüzyılda Lidya krallığı ilk madeni sikkeyi darp etmiştir (Gerdan, 2007.s.8-10).

Yakın Doğu ve Orta Doğu’da Metalurji ve maden sanatı, M.Ö. 7.binden itibaren bilinmektedir. Bu sanatın İslam dünyasında tanınması ise M.S.7.yüzyıla rastlar. Bu tarih itibariyle metal işçiliği merkezleri kurularak sürekli gelişen tekniklerle üretime hız kazandırılmış ve zengin süslemelerle bezeli madeni eserler, İslam aleminde olduğu kadar diğer ülkelerde de ilgi ve istekle karşılanmıştır. Yakın Doğu toprakları maden yönünden çok zengindir. Altın, gümüş, bakır, bakır-kalay alaşımı, tunç, bakır-çinko alaşımı pirinç bu topraklarda kullanılan malzemelerdir (Bodur, 1987, s.11).

Taki
Karadeniz Çevresinde Yapılan Györköny Ağustos Böcekleri

İslamiyetten önceki devirlerde yukarıda adı geçen madenler Yakın Doğu topraklarında ilk olarak madeni ısıtarak uysallaştırma, cevherinden ayırma, eritme, saflaştırma, diğer madenlerle karıştırarak alaşımlar elde etme gibi çeşitli tekniklerle eserler yapma ve süsleme usulleri olarak işleniyordu (Erginsoy, 1978, s.7).

Erken İslam devrinde ve İslamlık devrinde altın, hem tas, ibrik, maşrapa gibi kullanım eşyası olarak hem de yüzük, küpe, bilezik, gerdanlık gibi ziynet eşyası yapımında bolca kullanılmıştır. 12.yüzyıldan sonra gelen dönemde altın sadeceziynet eşyalarının yapımında, bronz ve pirinçten eserlerin üzerine kakma tekniğinin uygulanmasında kullanılmaya başlanmıştır (Eruz, 1993, s. 17).

Taki 1
Bataszek’te bulunan altın tokalar ve kemer tokaları (Tağtekin ve Öztekin, 2002, s.36).

İslamiyetten önce de altın yüzükler Türkler’de nişanlanma işareti olarak, altın küpe ise erkekler tarafından yiğitlik ve alplik sembolü olarak kullanılırdı. Oğuz beylerinin sembolü olarak yapılan mızrakların uç kısmı som altındandı, yine Oğuz beylerinin kullandığı miğferlerde altın kullanılırdı. Günümüze kadar yapılan arkeolojik çalışmalar sonucunda elde edilen bulgular, Türkler’in altın madenciliği ve altın işlemeciliği konularında ileri seviyelere ulaştıklarını göstermiştir. Yüzyıllardır servet ve sosyal statü simgesi olan altın, Türkler’in çağlar boyu yaşamında sayısız biçimde kendini göstermiştir (Tağtekin ve Öztekin, 2002, s.s15).

Türkler Anadolu’ya yerleşmeden önce Roma Bizans gibi pek çok uygarlıktan etkilenerek dinsel, kültürel ve yapısal anlamda kendi kültürlerine özgü takılar üretmişler Takı ürünleri, genel anlamıyla giysiyi sembolik, işlevsel ve estetik açılardan tamamlayan unsurlardır. Takı iletişim açısından önemlidir. Aynı zamanda takının belli bir kültürün karakterini taşıması gibi bir işlevi de vardır. Takıyı görsel açıdan irdelediğimizde gözlemleyeceğimiz ilk nokta; takının kültürlerin “tavır dili” olduğudur.

Kültürler arasında dil, din, düşünce, estetik gibi farklılıklar düşünüldüğünde, takının anlaşılabilirliği konusunda soru işaretleri oluşabilir. Fakat takının her zaman, bireyin kendi mantıksal bilincini ön plana çıkardığı, bu mantıksal bilincin, kökende çok çeşitli esaslara dayandığını, farklı şekillerde ortaya konulduğunu ve kişiliğini yansıttığı düşünüldüğünde soru işaretleri dağılmaya başlar. Takı tasarımının değeri bir toplumun ne tür materyalleri değerli gördüğü, takıya ne tür fonksiyonlar yüklediği, estetik kaygıları ile doğru orantılıdır (Demirtaş, 1996, s.15-16).

Yapılan arkeolojik çalışmalar sonucu elde edilen buluntularda M.S.IV.yüzyılın sonlarına tarihlenen ve Hunlar’a ait olan mezarlarda gümüş kayış uçları, yarım küre şeklinde altından ince plakalar ve tokalar bulunmuştur. Tellerin burulması suretiyle yapılmış olan bilezikler, kaşlı ziynet eşyaları ve balıksırtı şeklinde süslenmiş madeni plakalar, altınla süslenmiş koşum takımları, silahlar ve altın işlemeli giysiler görülmüştür. Ayrıca Hunlar’a ait arkeolojik kazılarda ele geçirilen ve Hun askerlerinin önemli aksesuarları olan ok ve yaylar vardır.

Büyük Hun İmparatorluğu’ndan sonra Türk kültürünü yansıtan Göktürkler gelmekte, Göktürk kültürüne ait bulunan eserler arasında küpeler, boncuklar, tokalar bulunmuştur. Hun erkeklerinin kemer, kılıç ve çizme tokaları 425 ve 455 yılları arasına tarihlenebilmekte ve bu tokalar, Hun sarayındaki rütbelerle ilgilidir.

Taki 3
Macar Ulusal Müzesindeki Hun dönemine ait hücre nakışlı altın tokalar (Tağtekin ve Öztekin, 2002, s.37).
Taki 4
Szekard’ın Hun mezarlıklarından
Seylan taşı işlemeli altın toka, altın kemer
tokaları ve bir II.Theodosis Solidusu (Tağtekin ve Öztekin, 2002, s.37).

Altin Bileklik 1
Altın Bilezik
Hun dönemine ait altın bilezik (Tağtekin ve Öztekin, 2002, s.21).

Avarlar ise altın yönünden çok zengin bir devlettir. Avarlar Bizans’tan her yıl aldıkları 80.000 altın yerine 599 senesinde 100.000 altın aldılar ve büyük kısmını kuyumculukta kullandılar.

Yapılan kazılarda Avar kadın mezarlarından bir çok kuyumcu eseri çıkarılmıştır. Bu takılar madalyonlar, kıymetli taş ve hakiki inci ile süslenmiş küpeler, altınla işlenmiş gümüş bilezik, altın yüzük olarak sıralanabilir.

 

Avarlar ise altın yönünden çok zengin bir devlettir. Avarlar Bizans’tan    her    yıl    aldıkları 80.000 altın yerine 599 senesinde 100.000 altın aldılar ve büyük kısmını kuyumculukta kullandılar.

Yapılan kazılarda Avar kadın mezarlarından bir çok kuyumcu eseri çıkarılmıştır. Bu takılar madalyonlar, kıymetli taş ve hakiki inci ile süslenmiş küpeler, altınla işlenmiş gümüş bilezik, altın yüzük olarak sıralanabilir.

Yüzyılın ortası ile 11. yüzyılın ortasındaki dört yüzyıllık dönem arasında bulunan Erken İslam devrinin hemen hemen tüm dönemlerinde maden sanatında altın, gümüş ve tunç kullanılmış. Erken İslam devrinde birer tarihi belge niteliğinde olan ve Abbasi Halifelerinin veya Büveyhi Emirlerinin adına basılan ve basıldıkları şehrin adı bulunan gümüş ve altın madalyonlar ile sikkelerin yanı sıra repoussé (kabartma), filigre (telkari) ve granüle (taneleme-damlatma) teknikleri ile süslenmiş gerdanlık, bilezik, yüzük, küpe ve pandantif gibi altın ve gümüş ziynet eşyaları mevcuttur.

Erken İslam devri madeni eserlerini süsleyen konuların ve motiflerin çoğunluğunda Sasani etkileri olmasıyla birlikte, bitkiler stilize edilerek, hayvan figürleri deforme edilerek, manzaralar şematik sembollerle belirtilerek natüralizmden uzaklaşılmış; İslamlık devrine has bir yenilik olan bitki ve hayvan figürleri birbirine kaynaştırılarak kullanılmış ve giderek soyutlaşan süsleme bütün yüzeye yayılmaya başlamış, tekrarlanan ve birbirine bağlanan motiflerle hem bir ritim, hem de sonsuzluk duygusu yaratılmıştır (Erginsoy, 1978, s. 102-103-107).

630 yılında Göktürk’lerin fetret devrine girmesiyle Orta Asya’da idareyi kendi ellerine alarak Büyük Bulgar Devleti’ni kuran Bulgar Türklerinde de kuyumculuk eserleri görülmektedir; yüzükler, bilezikler, altın kemerler ve bulunan kuyumculuk aletleri kuyumculuk sanatının Bulgar Türklerinde ileri bir seviyede olduğunu göstermektedir.

Erken İslam ve Selçuklu döneminde de tas, ibrik gibi madeni eserlerin yapımında olduğu gibi yüzük, bilezik, küpe, gerdanlık, gibi ziynet eşyalarının yapımında altın kullanılmıştır (Tağtekin ve Öztekin, 2002, s.65). Ancak bugüne kadar Anadolu’da yapılan araştırmalar Selçuklu dönemine ait birkaç küçük mücevher parçası dışında altın ve gümüş madeninin bu çevre ve dönemde varlığına işaret etmemektedir. Kalan parçaların çoğu, bir çelik örnek dışında tunç ve pirinçtendir (Barışta, 1998, s.13). Orta Asya’daki Türk bozkır kültüründen doğan ve nesilden nesile geliştirilerek aktarılan kıymetli maden işleme sanatını kullanarak sahip oldukları kültür mirasını doruk noktasına ulaştırmışlardır.

Osmanlı saraylarındaki mücevherler ve objeler özellikleri ve teknikleri ile tüm dünyada ünlenmiştir. Saray kuyumcuları daha çok Kafkasyalılar-İranlılar- Ermeniler-Balkan halkları ve Türkler’den oluşurdu. Saray kuyumcuları, devşirmelerin yetenekli olanlarından yetiştirilirdi. Kuyumcubaşı ise saray dışındaki kuyumcu esnafının usta, ihtiyar ve mutemetlerinden tayin olunurdu.

Kuyumcubaşı saray kuyumcularına nezaret eder ve onları yetiştirirdi. Saray için alınacak mücevherler ile yabancı hükümdarlara hediye olarak yaptırılan mücevherler kuyumcubaşı tarafından muayene edilir ve kıymetleri belirlenirdi (Gerdan, 2007.s.12). Saraylardaki kuyumcuların sayısı 16.yy.’da iki bin iken 18.yy’da iki yüz’e kadar düşmüştür. 18.yy. sonbaharında yedi tane kuyumcu kaldığından bahsedilir.

Bu dönemde ustalar saray dışına da iş yapar durumdaydılar (Ayter, 1996.s.12-13). 19.yüzyılda Osmanlı Devletinin refah döneminde kullanılmayan hazine eşyalarının satıldığı, sıkıntılı zamanlarda ise para basılmak üzere gümüş eşyaların darphaneye gönderildiği yazılı kaynaklardan bilinmektedir (Gerdan, 2007.s.15).

Osmanlı Devletinde, Osmanlı saray kuyumculuğunun, günümüze ulaşan eşsiz koleksiyonu arasında altın, yeşim, fildişi, tutya, necef gibi değerli taş ve madenlerden yapılmış tabak, fincan, maşrapa, ibrik, kase, kupa, divan kabı, tören matarası, ayna muhafazası, gülabdan, rahle, miğfer, topuz, şamdan, hançer, kabza, fincan zarfı gibi çeşitli kullanım eşyası ve objeler yer almaktadır (Tağtekin ve Öztekin, 2002, s.102).

Osmanlılarda bakır ve tunç eşyalar, genellikle altın ve gümüş teknikleri kullanılarak bezenmiştir. Kuyumculuk ürünleri olan küçük süs eşyaları çoğunlukla som altın ve gümüşten yapılır, yüzeylerine zümrüt, elmas, inci gibi değerli taşlar yerleştirilirdi. Ayrıca bilezik, küpe, yüzük, fincan zarfı ve kemer tokalarında telkari denilen tekniğe de rastlanır (Sözen, 1998. S.48-52).

Osmanlılar kuyum işçiliği ve kullanılan teknikler açısından güzel eserler vermiştir. Eserler arasında bazı makamlara ve üstün hizmetlere verilen rütbeler için düzenlenmiş nişanlar bulunmaktadır.

Eski Türk devletlerinin hükümdarlık alametlerinden biri olan ve Osmanlı hanedanında da saltanat sembolü olarak kullanılan sorguçlar yapılmıştır. Sorguç, süs olarak kullanılan tüy demetidir. Genellikle beyaz ya da siyah balıkçıl tüy kullanılan ve başlıkların ön tarafına takılan tüy, mücevher ve değerli taşlardan yapılmış aksesuardır (Antika Ansiklopedisi, 1998, s.389).

Şekil 10’da görülen ve bakıldığında lale izlenimi veren sorgucun yüzeyi elmaslarla kaplanmıştır. Ana paftanın merkezine köşeli kaboşon bir yakut iki tarafına ise oval kaboşon birer zümrüt, paftanın üzerinde iri inci bulunan dalların üzerine elmaslar yerleştirilmiştir. Sorgucun iki tarafında yer alan ikişer sıra tutturma zincirler çiçek biçimindeki altın yuvalara oturtulmuş elmaslar ve aralarına çift yakutlu paftaların ucundan damla biçimli zümrütler sarkan çubuklar tutturulmuştur. Sorguç tüyleri ise balıkçıl veya hüma kuşuna aittir.

Avcılık ve okçuluk ilgisi olan padişahlar için ok atarken sağ elin baş parmağına takılacak şekilde genellikle altından ve yeşimden yapılan ve üzerleri altın zümrüt, elmas ve yakutla bezeli ve XVI. – XVII. Yüzyılın kuyumculuk özelliklerini yansıtan zehgirler yapılmıştır (Bodur, 1987, s.96).

Osmanlı döneminde imparatorluk üyeleri, saray ihtişamını yansıtan kıyafetlerini, altın ve kıymetli taşlarla süslenmiş yüzükler, küpeler, ve kemerler ile tamamlamışlar.

Kültürel Unsur Bakımından Takı

 Takı, insanlarda ve toplumlarda inançların, statülerin, düşüncelerin sembolleştirilmiş dışavurum unsurudur. Günümüzde hala bu şekilde kullanımı olmasının yanında yaygın olarak estetik kaygı ile aksesuar amaçlı kullanılmaktadır.

Ürün olarak takı modasının özünde, belirli bir beğeninin sosyalleşmesi vardır. Aynı zamanda estetik beğeni, sanat ve takı arasındaki iletişimin özünü oluşturur. Takının belirli bir kültür hakkında bilgi veren bir simge olduğu düşünülürse takının, bulunduğu çağın sanatsal ve kültürel yapısını, estetik beğenisini, güzellik ideasını kişiye sunan ve onu bu konuda yönlendiren ve bilgilendiren didaktik bir yönü olduğu görülür.

Takılar kültürel ögelerden çizgiler yansıtacak şekilde biçimlendirildiğinden, takıları üreten ve kullanan toplumlara göre farklılık göstermektedir. Takının oluşmasını biçim, işçilik ve teknolojik açıdan incelediğimizde; ele aldığımız toplumun teknik nitelikleri, mimari yaklaşımları, ekonomik ölçütleri ve sanat anlayışı hakkında fikir edinilebilir, toplumlarda üretilen ve kullanılan takı ürünlerinin birbirinden farklı olmasının nedenleri aşağıdaki şekilde özetlenebilir:

Toplumlarda görülen sosyo-kültürel farklar Toplumsal gelenekler

Sosyo-ekonomik durum

Rezerv durumu (maden, taş, metal) Anatomi (fiziksel farklar)

İnanışlar (dinsel ögeler)

Coğrafi farklar (iklim ve jeolojik yapı) bu çeşitlilik toplumların takılar konusundaki farklı anlayışlarını tarihsel süreçte karşımıza çıkarmaktadır (Demirtaş, 1996, s.41-42).

Türk toplumunda da özel günler ve bazı inanışlar nedeniyle takı takma geleneği yaygındır.

  1. Doğum münasebetiyle LOHUSA takısı,
  2. Nazar inanışı sebebiyle AYLIK-MUSKA takısı, c). Sünnet nedeniyle SÜNNET takısı
  3. Ergenlik çağı nedeniyle AD VERME takısı e). Söz kesme nedeniyle SÖZ TAKISI
  4. Nişanlanma münasebetiyle NİŞAN takısı g). Düğün nedeniyle TOY takısı
  5. İnanç ve uğur addedilmesi nedeniyle NEVRUZ takısı ı). Yaş günleri ve Yıl Dönümleri nedeniyle ANMA takısı
  6. Özel günler nedeniyle BAYRAM takısı gibi bölgelere göre farklılıklar gösteren takı kullanma adeti toplumumuzun geçmişten günümüze ulaşan geleneksel bir alışkanlığı haline gelmiştir (Ayter, 1996. s.96).

Bireylerin Takı Ürününden Beklentileri

 Küreselleşen dünyada farklı geleneksel ve kültürel düzeyde olan toplumlarda moda kavramı içinde yer alan takı ürünlerinin herkes tarafından benimsenmesi ve yaygınlaşması, bazı toplumlarda gelenekselliğin sürdürülmesi çabalarına rağmen günümüz koşullarında kaçınılmazdır. Moda akımlarının yarattığı takı ürünlerine her kesimden birey sosyo-ekonomik şartları ve bireysel ihtiyaçları doğrultusunda talep göstermektedir. Bireylerin ve toplumların takı konusundaki tercihleri ve beklentileri birbirinden ayrılabilir, bu konuda yeni bir moda yaratıldığında bireylerin davranışları aşağıdaki şekilde gruplandırılabilir:

Yeniliği Getirenler:   Moda   akımını   üreten   tasarımcılar   ve   üreticiler

Provacılar: Yenilikleri takip edip moda olan tasarımları hemen benimseyip toplumda ilk olarak yaşamına dahil eden kullanıcılar.

Takipçiler: Toplumda çoğunluk denilen kitleyi oluşturan, takı modasının daha geniş kitlelere yayılmasını sağlayan provacılardan sonra gelen kullanıcılar.

Gecikenler: Genellikle toplumun yaşlı kesiminin oluşturduğu grup, takı modası konusunda dirençli ve tutucu tavır sergiler ve klasik denilen ve her çağda geçerliliği olan takıları tercih ederler.

Takı Modası Dışında Kalan Grup: Bu gruba dahil olan kişiler takı modasını izlemeyen anti-modacılardan oluşur. Maddi olanakları yetersiz olan veya takı modasına ilgisiz kişilerdir. Bu kişiler mevcut modaya tepki olarak başka biçimlere yönelirler (Demirtaş, 1996. s.24-25).

Fizyolojik Beklentiler

Takılar insan bedeni ile direkt temas halinde olan ürünler olduğundan, beden ile takının boyutu, kullanılan malzeme, biçim, işlev açısından tüm öğelerin uyumlu olması gereken ürünlerdir. Takının estetik, süslenme veya kullanım amacı ne olursa olsun ergonomik olması en önemli unsurdur.

Sosyo –Psikolojik Beklentiler

Takı konusunda ki en önemli sosyo – psikolojik beklenti takının süslenme ve güzelleşme ihtiyacını karşılamasıdır. Süslenme ve beğenilme evrensel bir içgüdüdür. Bir düşünüş doğrultusunda bir takı ürünü aşağıdaki niteliklere sahip olmalıdır. Takı kişinin kendi kimliği, cinsiyeti ve tarzı ile uyumlu olmalı, Kişinin fiziksel özelliklerini ortaya çıkarmalı veya bu özelliklerini vurgulayıcı ipuçları taşımalı, Kişinin mevcut tarzına anlam yüklemeli, kendine olan güvenini pekiştirmelidir (Demirtaş, 1996. s.25-26).

Erzurum’da üretilen takıların hammadde, tekniği, tasarımı, motifi ve süsleme  özellikleri nelerdir?

Kullanılan hammaddeler nelerdir? Bölgede üretilen takılar hangi teknikler kullanılarak üretilmektedir? Üretilen takıların pazarlama ve tanıtım çalışmaları nasıl yapılmaktadır? Üreticiler mesleki gelişimleri için ne tür çalışmalarda bulunmaktadırlar, bölgede satın alınan takılar hangi amaçlarla satın alınmaktadır? Bölgeye özgü nitelikler taşıyan geleneksel takılar hangi takılardır? Sorularının yanıtlanması ve belgelenmesi amaçlanmıştır.

Araştırma sonucunda, araştırmada ankete katılanların sektör içindeki dağılımına bakıldığında altın ve değerli taşlar kuyumculuğu yapanların %68.8 ile ilk sırada yer aldığı, ardından oltutaşı işlemeciliği yapanların geldiği görülmektedir.

Araştırmaya katılan katılımcılar tarafından Erzurum ilinde kuyumculuk sektöründe tasarım üretme konusunda, yaratıcı ve güncel tasarımlar üretilmesi için sadece bu konuyla ilgili tasarım atölyesi bulunmadığı belirtilmiştir. Bölgede faaliyet gösteren üreticiler, tasarım üretme ve geliştirme konusundaki çalışmalarını, sektörel yayınları takip ederek gerçekleştirdiklerini belirtmişlerdir. Bölgede bulunan üreticilerin büyük bölümü ürünlerini kendi atölyelerinde üretmektedir.

Bölgede üretilen takılarda, en fazla sembolik motif ve kompozisyon uygulandığı belirlenmiştir. Satın alınan takıların çoğunun hediye amacı ile satın alındığı görülmektedir. Bölgede geleneksel takı olarak burma bilezik kabul edilmektedir.

Tanımlar / Terimler

 Altın: Sembolü AU olan yumuşak, parlak sarı renkte havadan sudan etkilenmeyen metalik bir element. Başka metallerle de karıştırılarak elde edilen, kuyumculukta, dişçilikte ve süsleme sanatlarında kullanılan element (Dictionnaire Larousse, 1994. s.115).

Kuyumcu: Altın ve gümüş gibi değerli metallerden sofra, tuvalet takımı takı ve süs eşyası üreten ya da bunların alım satımını yapan tüccar (Antika Ansiklopedisi, 1998, s.243).

Maden: Doğada ya doğrudan metalik halde veya cevher olarak bulunan katı maddelerdir(Atakül, 1986,s.20).

Oltutaşı: Erzurum ilinin Oltu ilçesinde rezervi bulunan ve bölgede işlenen siyah renkli bir çeşit linyit türü. Sanayide sınırlı alanlarda kullanıldığı gibi çoğunlukla takı aksesuar yapımında kullanılmaktadır. .(Erzurum Valiliği, 1973, s229).

Süstaşı: Bakıldığında çekicilik ve insanlarda olağanüstü güzellik etkisi yaratan süstaşları doğadaki çeşitli fiziksel ve kimyasal koşullar altında özellikle yüksek basınç ve sıcaklık şartları altında oluşmuşlardır.(DPT. 1996.s. 133-134).

Takı Tasarımı

 Tasarımın Tanımı

Tasarım kavramı “bir yapı veya aygıtın bölümlerinin kağıt üzerine çizilmiş biçimi” anlamında kullanılan ve “tasar” kökünden türetilmiş olan “tasarı” sözcüğüne dayanmaktadır. Tasarı kavramı, bir kimsenin yapmayı düşündüğü, olması veya yapılması istenen bir şeyin zihinde aldığı biçim olarak ifade edilebilir (Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, 1997, s.1746).

Ancak günümüzde bu ifadelere tasarlama, planlama, eskizler yapma, biçimlendirme ve kurgulama gibi değişik anlamların katılımıyla tasarım sözcüğü içerik bakımından tanımlanması güç bir kavram niteliği kazanır. Tüm karmaşık yapısına rağmen, tasarım sözcüğü pratik yaşamdan teorik yaşamın en üst basamaklarına kadar uzanan bir kullanım alanına sahiptir (Tunalı, 2002. s.12)

Tasarım sözcüğü bir ürünü ortaya koymaya yönelik düşünsel veya maddi çalışmalar süreci olarak da tanımlanmakta olup, bunu tasarlanan ürünün gerçekleştirilmesi aşaması izlemektedir. Bir ürünün tasarımında genel olarak belli başlı temel öğeler göz önünde bulundurulur. Bu öğeler şöyle özetlenebilir; tasarımın uygulanabilir olması, amaca, sağlık koşullarına ve bütçeye uygun malzeme temin edilmesi, kullanılması planlanan üretim teknikleri, malzemelerin birbiriyle uyumu, parçaların birleştirildiğinde oluşturduğu kompozisyon etkisi.

Tasarım bilimi ilk kez S.Gregory tarafından tanımlanmıştır. Tasarlama: Türkçe’de “zihinde hazırlamak” anlamına gelmektedir. Tasarlama eyleminin sonuçta, elde edilen üründen bağımsız tanımlandığı görülmektedir. Tasarımlama eylemi ise geleceğe ve bir amaca yönelik sorun çözme ve karar verme, istenen bir hedefe yönelik planlama ve biçimlendirme yaratıcı eylemlerinin tümüdür.

Tasarımı oluşturan öğeler aşağıdaki şekilde tanımlanabilir.

Tekrar (Repetition) : Çizgilerin veya şekillerin tekrarı anlamına gelmektedir. Dünya tasarım anlayışında, tekrar öğesi benimsenmiş ve sıkça kullanılmıştır.

Uyum (Harmony) : Bir sanat yapıtını veya bir tasarımı oluşturan öğelerin birbirine ters düşmeden birlikte bir düzen oluşturma durumudur. Düzen içerisinde olan öğeler belli bağlantılar ile bir sistem oluşturur.

Denge (Balance) : Tasarımı oluşturan öğelerin bütün içinde kompozisyon düzenini bozmayacak biçimde dağılışı, tasarımda denge önemli bir yer tutar. Simetrik ya da asimetrik denge ile kendini gösterir.

Simetrik Denge : Kompozisyonun merkezine eşit uzaklıklarla yerleştirilmiş ya da oluşturulmuş özdeş şekiller, simetrik denge oluşturur.

Asimetrik Denge : Simetrik dengeye göre oluşum düzenlenmesinde hem merkez olmaması hem de kullanılan şekillerin boyutlarının farklı olmaları bakımından daha karmaşıktır.

Ritim (Ryhtm) : Sanat yapıtında yer alan öğelerin kendi aralarında oluşturdukları ardışık zaman ve mekan aralıklarının belirlediği düzen ritim tasarımına hayat veren belli kalıplarda kontrast bir biçimde bulunan motif ya da dalgalı çizgilerin kullanımıyla ortaya çıkar.

Birlik (Unity) : Tasarımda kullanılan tüm öğelerin baştan sona bir uyum içerisinde olması durumu. Tasarımda birlik denildiğinde akla form – malzeme – estetik üçlüsü gelir. Birlik olgusu ile denge olgusu iç içe geçmiştir. Denge öğeleri tasarımda, bir bütün oluşturmak için bir araya geldiğinde bir birlik oluşmuş demektir (Gerdan, 2007, s. 66-70).

Ezurum’da Üretimde Kullanılan Hammaddeler

 Altın

 Dağ ırmaklarının yataklarında, alüvyon birikintileri arasında, ufak külçecikler veya kırıntılar halinde bulunan, keşif tarihi kesinlikle bilinmeyen ve doğada yaygın olarak bulunan altının, ilk keşfedilen madenlerden olduğu ve M.Ö. beşinci hatta altıncı binden itibaren ufak süs eşyalarında kullanıldığı tahmin edilmektedir (Erginsoy, 1978, s.8). 15.yy.’da zenginliğin göstergesi olan altının, insanlığın varolduğu günden günümüze değin kişi ve toplum üzerinde önemli bir yeri vardır (Kılıç, 1985, s.11).

Altın, eski büyük Türk devletlerinde oldukça önemli bir değer taşıyordu. Bu değer, devletin güç unsurunu oluşturması bakımından olduğu kadar; gelenek ve inanışlarda da yer alıyordu (Tağtekin ve Öztekin, 2002, s.14s).

Sembolü “AU” olan altın, latince “parlayan şafak” anlamına gelen “aurum” kelimesinden gelmektedir. Yüksek derecede şekil verilebilme özelliğine sahip olan altın, ısıyı iletme, yumuşak olma ve paslanmaya karşı dayanıklılık özelliklerinden dolayı kıymetli bir metaldir (Çıtak, 2004, s.14). Altın saf bir maden değildir; altının içinde daima doğal olarak bir miktar gümüş, bakır ve demir gibi madenler de bulunur (Erginsoy, 1978, s.8).

  Doğal altının kimyasal bileşimi aşağıdaki gibidir;  
AU ——————————————————- 90-99 %
AG                                                                          1-10 %
Diğer                                                                          genellikle SiO2Fe(OH)3
    Veya Fe2O3

Altın için üç önemli talep kaynağı bulunmaktadır. Bunlar mücevher talebi, rezerv talebi ve endüstriyel talep olarak sınıflandırılır.

Mücevher talebi altın fiyatlarına duyarlı bir taleptir. Altın fiyatı yükseldiğinde mücevher talebi azalır; fiyatlar düştüğünde ise artar. Merkez Bankalarının rezerv talebi ise altın fiyatından bağımsız olarak, tamamen rezerv tutma politikasının sonucunda oluşur. Endüstriyel talep, altın fiyatında oluşan dalgalanmalardan çok etkilenmez ve daha istikrarlı bir yol izler (Çıtak, 2004, s.18).

Altın, gümüşten daha yumuşak, kalaydan daha serttir. Genellikle kuyumculukta, sertleştirmek ve renk vermek için alaşımlanır. Altın alaşımları çoğunlukla gümüş ve bakırla yapılır. Bu üç elementin bakır ağırlıklı alaşımına “kırmızı altın”, gümüş ağırlıklı alaşımına “yeşil altın”, nikel veya paladyum (beyaz kurşuni renkte platin parlaklığında okside olmayan soy metal) ile alaşım yapılırsa “beyaz altın” olarak adlandırılır (Aras, 1996.s.16).

Altının Ağırlık Birimi ve Saflık Derecesi

 Altının saflığı dünyada genelde üç ayrı sistemle ifade edilir ve ağırlığında “ons” esas alınır. Altının saflık derecesini belirtmek için “ayar” veya “karat” ifadesi kullanılır. Altın standartları ülkelere göre farklılık göstermektedir. Amerika’da ve Türkiye’de 22, 18, 14, 10 ayar altın olarak kabul görmektedir. Mücevherde kullanılan altının en yüksek ayarı 22 ayar altındır.

Tablo 1. Altının Saflık Derecesi

Yüzdelik Sistem Avrupa Sistemi Karat Sistemi
% 100 1000 saflık 24 ayar
% 916.6 917 saflık 22 ayar
% 75 750 saflık 18 ayar
% 58.3 583 saflık 14 ayar
% 43.6 416 saflık 10 ayar

 Etimolojik olarak Arapça olan karat kelimesinin anlamı “fasulye tohumudur” Asırlar önce Arabistan’da altın ve kıymetli taşların ağırlığını ölçmek için fasulye tohumu kullanıldığından dolayı birçok dile yerleşmiş olan kelime bugün de kullanılmaktadır (Çıtak, 2004, s.15).

Bir dönem para ve ticari faaliyetlerde alışveriş aracı olarak kullanılan altın, günümüzde başta mücevher yapımı olmak üzere yatırım amacıyla, elektronik sektöründe, madalyon ve hatıra para basımında ve dişçilik sektöründe kullanılmaktadır.

Dünyada işletilen iki tip altın madeni bulunmaktadır. Dünya altın üretiminin büyük bir bölümü “resif” olarak adlandırılan derin ve dar madenlerden elde edilmektedir. Başka metallerin mineralleriyle birlikte eski kayalara girmiş olan kuvars damarları, Altının başlıca kaynağıdır. Altın, Güney Afrika’daki Rand arazisinde binlerce metre derinlikteki kuvars çakıl kayaçlar içinde bulunmaktadır.

Kuvars damarlarının zamanla aşınması ve aşınan parçacıkların dere ve ırmaklar yardımıyla denize sürüklenmesi sonucunda “alüvyon” veya “tortu madeni” olarak isimlendirilen ikinci tip maden çeşidi ortaya çıkmaktadır.

Altının belli başlı üç temel kaynağı vardır. Bunlar;

  • Topraktan çıkartılan altın
  • Tekrardan kullanıma giren hurda altın
  • Resmi sektör satışları

şeklinde sıralanmaktadır.

Bu arz kaynaklarının üçü de altın fiyatlarını farklı şekillerde etkilemektedir. Günümüzde Dünya altın arzının yaklaşık %70’lik bölümü yer altında ve yer üstünde bulunan altın yataklarından sağlanmaktadır (Sönmez, 1999. s.38).

Altını Diğer Madenlerden Ayıran Temel Özellikleri:

Altını diğer madenlerden ayıran ve diğer metaller karşısında üstün duruma getiren temel özellikler aşağıdaki şekilde sıralanabilir:

Üretim Hacminin Sınırlı Olması

Altını değerli yapan etkenlerin başında, dünyanın belirli bölgelerinde bulunan altın yataklarında altın rezervinin sınırlı oluşu gelmektedir.

İnelastik (Esnek Olmayan Talep) Arz Yapısı

Belli bir üretim kapasitesine sahip olan maden ocaklarında altın arzının, fiyat değişikliklerinden uzun vadede etkilenmesidir.

Aynı veya Benzer Özelliğe Sahip Başka Bir Madenin Olmayışı

 Altının    fiziksel    ve    kimyasal    özellikleri    incelendiğinde,   altının    yerini dolduracak başka bir materyalin bugüne kadar bulunamamış olmasıdır.

Altının Rezerv Aracı Olması

Altının diğer metaller karşısındaki bir diğer üstünlüğü, birçok dünya ülkesi tarafından rezerv aracı olarak kullanılmasıdır. 19.yy.’a kadar para olarak kullanılan altın, 20.yy.’ın ortalarında uygulanmaya başlayan kambiyo sistemi ile dünya merkez bankalarının tercih ettiği rezerv araçlarından biri haline gelmiştir (Sönmez, 1999. s.17-18).

Türkiye’de Altın Talebi ve Arzı

Türkiye’de serbest piyasada alınıp – satılan, el değiştiren, saklanan, kullanılan, ülke sınırları içine giren veya sınırlardan çıkan altınları aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz:

(Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nda ve Hazine’nin mülkiyetinde bulunan altın bu sıralamanın dışındadır).

  • Cumhuriyet altınları
  • Ziynet altınları, bilezikler (Darphanede basılan, damgalanan) c). Sultan Hamid, Sultan Aziz ve özellikle Reşat altınları
  • Süs eşyası, bilezik, zincir, yüzük vb. (Darphanede damgalanmayan) e). Tabakalar, kalemler vb.
  • Dişçilikte kullanılan altınlar
  • Külçe halinde alınıp – satılan altınlar h). Darphanede bulunan stok altınlar
  • Diğerleri.

Gruplandırmış olduğumuz altın talebi Türkiye’de üretilen altın oranı ile karşılanmamakta olup, Türkiye’de altın arzına giren, altın üretimi, toplam altın talebinin yüzde yarımını karşılar düzeydedir (Kılıç, 1985, s.53-54).

Gümüş

 Doğada hem doğal maden, hem de cevher olarak bulunur. Simgesi AG olan gümüş, beyaz, parlak, kıymetli bir metalik elementtir. Doğal gümüşün özgül ağırlığı 10 ile 11 arasındadır. Gümüş çok eski zamanlardan beri bilinmekle birlikte, altın ve bakırdan sonra keşfedilmiştir. Parlatıldığında kusursuz yansıtıcı bir yüzey elde edilir. Gümüş çeşitli madenlerle alaşım halinde bulunur, kuyumculukta para, madalyon, ev aksesuarları yapımında ve elektrik – elektronik sanayi ile tıp malzemeleri yapımında kullanılır (Parlak, 2000. s.36).

Tarihin 5000 yıl öncesinden itibaren insanlığın tanıdığı gümüş, gri beyaz renkte, yumuşak, ısıyı ve akımı son derece iyi ileten, işlemesi kolay olan soy metaldir (Ayter, 1996. s.64).

Gümüşün M.Ö. 3100 yıllarında Mısırlılar ve M.Ö. 2500 yıllarında Çinliler ve Persler tarafından kullanıldığı bilinmektedir. Gümüşü ilk olarak Romalıların işlemeye başladıkları iddia edilmektedir (Parlak, 2000. s.36).

Fiziki Özellikleri; İşlenebilir parlak beyaz bir metaldir. 2,5 mikron (1 mikron metrenin milyonda biridir) kalınlığında levhalar üretilebilmekte altından sonra en iyi işlenebilir metal olup, genellikle alaşımları kullanılır. Diğer değerli metallerde olduğu gibi ayarı binlik sistem ile ifade edilir. En iyi elektrik ve ısı iletkenidir.Gümüş genellikle Şili, Norveç, Türkiye’de ve özellikle Kanada’da metal halde bulunmaktadır (Vitiello, s.70).

Kimyasal Özellikleri; Saf gümüş, hava ve suda soğuk ve sıcak halde Binde bin oranında iken ısıtıldığında ve soğutulduğunda bozulma göstermez. Gümüşçülerin saflık kontrolü de bu özelliğe dayanmaktadır (Vitiello, 1995. s.70).

Oltutaşı’nın Tanımı

 Oltutaşı, Türkiye’de Erzurum iline bağlı Oltu ilçesinin Dutludağı’ndan çıkarılmaktadır. Siyah kehribar olan oltutaşı diğer adıyla Erzurum kehribarı oluşumu bakımından fosilleşmiş reçine veya bir kömür türüdür (Önder, 1998, s.194).

Oltutaşı Maden Tetkik ve Arama Enstitüsünün 1955 yılında yaptığı bir tahlil sonucunda ardıç ağacı kömürü olarak belirlenmiştir (Erzurum Valiliği, 1973, s.229). Bölgede rengi yeşil olan iki çeşit opal taş çıkarılmaktadır. Bu taşlara “zümrüt opal” veya üzerinde buluna desen ve renklerinden dolayı “manzara opal” denilmektedir. Yapılan bilimsel incelemeler sonucunda dünyada Avustralya, Amerika, Meksika, Brezilya, ve Peru gibi ülkelerin de aralarında bulunduğu 13 ülkede 99 çeşidi bulunan opalin 31 çeşidinin, Oltu ve Şenkaya ilçelerinde bulunduğu ortaya çıkarılmış (Çam, 2007, s.110-112).

Oltutaşı Rezervlerinin Bulunduğu Yerler

 Rezerv olarak oltu taşı Oltu ilçesine bağlı köylerden olan; Dutlu, Hasankışla, Alatarla (Saplık mevkii) Çataksu (Kabasut mevki) köylerinde memnun edici olup kuzey doğuya doğru uzantısını meydana getiren Dutlu Dağı (Yasak Dağ ) ve çevresinde çıkarılmaktadır. Yerleşim merkezi olarak Dutlu Güzelsu, Alatarla, Sülünkaya, Günlüce, Ormanağzı, Taşlıköy, Çataksu köyleri sıralanabilir.. Bölgede Oltu taşı çıkarmak için açılan ocak sayısının 600 civarında olduğu tahmin edilmektedir (Oltutaşı Sanatını Geliştirme Sanatkarlarını Koruma ve Kalkındırma Derneği) Günümüzde yeşil renkte de bulunan Oltu zümrütü denilen opal olan taş Erzurum’un Şenkaya ve Narman ilçeleri arasında bulunan Turnalı köyünden çıkarılmaktadır.

Oltutaşı Yataklarının Teşekkülü

 Oltutaşı tipik sedimanter teşekküllerdir. Neojen yaşlı birimlerinden 70-80cm kalınlığında bir maringroz tabakası içinde azami birkaç cm kalınlığında, birkaç metre yatay bulunan mercekler halindedir. Merceksel damarlar bazı   yerlerde çatallanmış ve kırılmışlardır. Marın ve killerden oluşan filiz karakterinde olan bu birimin şiddetli olarak tektonizmaya maruz kalıp kıvrımlaşarak kırıldığı tahmin edilmektedir

Oltutaşının parlatılmış bir kesitinin mikroskop altında yapılan incelemesi

şöyledir.

Linyit

Kil Planjları Prit Taneleri

Reçine Emprenyasyonu (Oltutaşı)

Cevher mikroskobunda yapılan, oltutaşının kimyasal analizinde, karbon oranı %77.9 ve kaloritik değeri 8064 K. Cal/kg.dır (Parlak, 1994,s.16-17).

Oltutaşı Madeninin İşletilme Faaliyetleri

Oltutaşı, dağlık kesimin parçalanmış kısımlarında 70-80 cm çapında hemen hemen dik olarak açılan galerilerde çıkarılmaktadır. Genellikle yöre halkı tarafından açılan bu galeriler ancak iki üç kişinin birlikte çalışması için elverişlidir. Açılan galerilerde taş, birkaç metre yatay devamlılık gösteren mercekler halindedir. Galerilerin çökmemesi için silindirik şekilde açılmış olmasına dikkat edilir. Galeriler madene rastlansa da rastlanmasa da yaklaşık 150m’ye gelindiğinde terk edilir (Parlak, 1994,s.13-14). Zümrüt opal ya da manzara opal ise, yerkabuğunda veya yerin birkaç metre altında bazı bölümlerde bulunabiliyor (Çam, 2007, s.115).

Oltutaşının Kimyasal ve Fiziksel Özellikleri

 Oltutaşının Kimyasal Özellikleri

Tablo 2. Oltutaşının kimyasal yapısı ve analizi

Kimyasal yapısı C10H16O, Süksinik asit
Kristal sistem Amorf
Sertlik 3 mors (sertlik cetveline göre)
Yoğunluk 1,5 gram/cm3
Karbon oranı % 78
Oltu taşının kuru esas üzerine kimyevi analizi
C % 77.95
H2 % 06.72
S % 0.9
Kül % 0.3
Uçucu madde Bocmer’e göre       % 45.35

 

A.S.T.M ye göre % 51.37

Rutubet % 2.18
Kalori 8064 K. cal/gr
Özgül ağırlığı D 1.26 ( Jayet)

 Oltutaşının Fiziksel Özellikleri

 Görünümü siyah, bazen koyu kahverengi, gri veya yeşil renklerde olan oltutaşının en önemli özelliği hava ile temas etmediği sürece yer kabuğundan çıkarıldığı gibi çok yumuşak olması ve bu özelliğinden dolayı kolay işlenebilir olmasıdır. Sürtünme ile elektriklenip hafif cisimleri çeker (Parlak, 1994,s.20).

Oltutaşının İşlenmesi

 Oltutaşı, imalatçılar tarafından yöre halkından teneke veya kilo ile satın alındıktan sonra, birbirine yakın ölçülerde gruplandırılarak toprak altına gömülür ve ihtiyaç oldukça buradan çıkarılarak kullanılır. Oltutaşının toprağa gömülmesinin nedeni yumuşak kalmasını sağlamaktır. Taşın işlendiği sırada ise taşlar su içinde tutulur ve işlenecek parçalar oradan alınarak işlenir (Yurt Ansiklopedisi. 1973, s.2776). Oltutaşı iki şekilde işlenebilir; torna kullanılarak veya el çarkı kullanılarak.

Oltutaşı işlendiğinde, torna, bıçak, keski, arda, zemberek, eğe, biz, kıl testere, zımpara ve tebeşir gibi araçlara ihtiyaç duyulmaktadır (Parlak, 1994, s.21).

Zümrüt opal veya manzaralı opal ise rezervinden toplandıktan sonra atölyelere getirilerek biçimlerine göre ayıklama yapılıp, ne şekilde kesileceğine karar verilip kesme makinasından plakalar halinde geçirilir, kesilen plakalar bakır maşalara takılarak şekillendirilir. Taşın yapısının sert olmasından dolayı tüm malzemelere elmas aşındırıcılarla şekil verilip, zımpara tozları ile yüzeyleri pürüzsüzleştirildikten sonra keçelerle silinerek taşlara son görünümleri verilir. Farklı desen ve tonlarda olan taşlar gümüş ve altından hazırlanmış olan küpe, broş, kolye ve yüzüklere yerleştirilerek takı haline getirilir (Çam, 2007, s.115).

Oltutaşı’nın Kullanım Alanları Ve Oltutaşı İle Yapılan Takılar

Oltutaşının Kullanım Alanları : Geniş bir kullanım alanına sahip olan oltutaşı, genellikle aksesuar ve takı yapımında kullanılmaktadır. Ayrıca elektrik ve elektronik sanayi ile yüksek gerilim alanlarında kullanılır. Oltutaşından Yapılan Takı ve AksesuarlaR ;Oltutaşı kullanılarak yapılan takı ve aksesuarlar aşağıdaki şekilde sınıflandırılabilir;

Tespihler

Oltutaşının en fazla kullanıldığı ürün türüdür. Değişik büyüklüklerde yapılan tespih, tane, durak, imame ve kamcı olarak adlandırılan bölümlerden meydana gelmektedir. Oltutaşından yapılan başlıca tespih türleri şöyledir; kesme, yuvarlak, beyzi, kafalı, kırma damak, düz yuvarlak, zeytuni yuvarlak, uçlu yuvarlak, dolgun beyzi, yumurta biçimli, elips, yarım traş, bademi yuvarlak, haddeli, kakmalı, firuze kakmalı, altın kakmalı, gümüş kakmalı, selvi tespihlerdir. Tespihlerin sayı olarak “33” ve “99” taneli olanları vardır (Parlak, 2000.s.22).

Pipo ve Ağızlıklar

 Pipo ucunda bulunan yuvarlakça boşluğa tütün doldurup içmek suretiyle kullanılan eşyalardır. Ağızlık ise çeşitli madenlerden yapılıp ucuna sigara takılarak kullanılır. Günümüzde oltutaşı ağızlıklar, altın, gümüş, sedef, diğer kıymetli metallerden kakma yapılarak süslenmektedir. Pipolar ise, düz pipolar, ağaç dalı pipolar ve oyma pipolar olarak adlandırılmaktadır. Pipoların közlükleri ve kapakları genellikle gümüşten yapılıp, yüzeyi kalemişi tekniği ile süslenmektedir (Parlak, 2000.s.22-30).

Aksesuar ve Takılar

 Oltutaşı ürünler takı ve aksesuar olarak aşağıdaki şekilde sıralanabilir;

Yüzük ve yüzük kaşı

 Yüzük, süs olarak veya herhangi bir düşünceyi ya da durumu simgelemek üzere parmağa takılan takıdır. Oltutaşından yapılan yüzüklerde hammadde olarak altın ve gümüş de kullanılır. Üçgen, daire, kare, dikdörtgen, damla, mekik, yonca, balık gibi bölgede yüz elliden fazla kolye çeşidi yapılmaktadır (Parlak, 2000.s.22).

Küpe

Kulak memesinin delinmesi suretiyle ince bir tel çengelle kulak memesine geçirilen bir aksesuardır. Saylamayacak kadar çok çeşidi olan küpeler Anadolu kadınının en fazla kullandığı takılardandır (Gerdan, 2007. s.21). Oltutaşından kolye yapılan tüm şekiller üçgen, daire, kare, dikdörtgen, damla, mekik, yonca, balık gibi şekillerde altın, gümüş, oltutaşı küpeler yapılmaktadır (Parlak, 2000.s.24).

Gerdanlık

Gerdanlık köken olarak Farsça’dan gelmektedir. Değerli ve yarı değerli madenler ya da sikkelerden yapılan, kolyeden daha geniş olan ve boyuna takılan takılardır (Bulat, 2000. s.21).

Bilezik, bileklik

 Kolda kullanılan takılara bilezik veya bileklik denilmektedir (Bulat, 2000. s.20). Kadınların, kollarını bileklerini süslemek amacıyla halka şeklinde taktıkları değerli – yarı değerli madenlerden ve taşlardan yapılan çok eski bir süs takısıdır. Sütun bilezik, top bilezik, zincir bilezik, tellerin bükülmesiyle yapılan burma bilezik gibi çok sayıda bilezik çeşidi vardır (Gerdan, 2007. s.24).

Kolye, kolye ucu

 Boyuna takılan, değerli taşlardan ya da değerli madenlerden yapılmış süs eşyası (Antika Ansiklopedisi, 1998, s.231). Kolye Fransızca “collier” kelimesinden gelmektedir ve gerdanlık olarak da tanımlanmaktadır. Kaynaklarda ilk kolyelerin ipliğe geçirilmiş deniz kabuklarından yapıldığı belirtilmektedir. Kolyenin en eski takılardan olduğu, muska olarak taşındığı ve tarihinin yüzükten önceye dayandığı bilinmektedir. (Bulat, 2000. s.21).

Günümüzde kuyumculukta üç çeşit kolye vardır. Bunlardan birincisi; bir yada birden çok mercan, boncuk türü taşların sıra sıra dizilmesiyle oluşturulan kolyelerdir, bu tip kolyelerde sadece birleştirme kısmında metal kullanılır. İkinci tip kolyeler; değerli metaller kullanılarak elde veya makinada yapılan kolyelerdir. Üçüncü tip kolyelerin tüm bölümleri özel olarak üretilir ve mücevher sınıfına giren değerli taş ve metallerden imal edilir. Oldukça pahalı ürünlerdir (Vitiello, 1995. s.400).

Kravat iğnesi ve kol düğmesi

Çeşitli metallerden ve oltutaşından yapılan kravat iğnesi kravat için kullanılan, kol düğmeleri ise gömlek kolunda düğme yerine kullanılan aksesuarlardır. Altın ve gümüş ile süslenerek yapılan dikdörtgen, daire, üçgen, kare, şekiller kullanılarak yapılmaktadır (Parlak, 2000. s.24).

Broş (Pandantif)

 Genellikle bezeme amacıyla giysiye takılan iğne (Antika Ansiklopedisi, 1998, s.53). Elbise üzerine düz veya çengelli iğne ile takılan farklı motif ve şekillerle süslü, metalden veya metal ile birlikte değerli ve yarı değerli taşların kullanılmasıyla oluşturulan, genelde kare, oval, dikdörtgen ve daire şeklinde biçimler kullanılarak üretilen takılara broş denilmektedir (Gerdan, 2007. s.23).

Anahtarlık, maskot, heykelcik

Anahtarlık veya aksesuar amacıyla kullanılan heykelcikler oltutaşı veya çeşitli madenlerden yapılan süs eşyalarıdır. Oltutaşından her çeşit ve her şekilde anahtarlık, maskot ve heykelcik yapılmaktadır. (Parlak, 2000. s.24).

 Oltutaşını Taklitlerinden ve Diğer Taşlardan Ayıran Özellikleri

 Oltutaşı görünüm olarak kolayca taklit edilebilir olmasına rağmen sahip olduğu özellikler sayesinde kolaylıkla taklitlerinden ayrılabilir,

  1. Oltutaşı kehribar özelliğinden dolayı, sürtünme sonucu elektriklenir ve küçük toz parçacıklarını çeker.
  2. Oltutaşı bıçakla kazındığında kahverengi bir toz bırakır.
  3. Oltutaşının üzeri buharlaşıp, nemlenir (Parlak, s.22)

Kuyumculuk ve Kuyumculuğun Bölümleri

Kuyumculuk, kıymetli soy madenler ile değerli taşlardan süs eşyası, takı ve mücevher gibi eşyaları yapma sanatına, değerli-değersiz, metal ve metal olmayan hammaddeleri işlemek suretiyle sanat eseri yapmaya yönelik faaliyetlerin tümüne denir. Maden kuyumculuğu ve cevahircilik olarak iki bölüme ayrılır. Mesleki beceri ve yetenek herhangi bir malzemeyi bir mücevhere dönüştürür. Güzel ve alımlı her takı takıldığında seyredende haz duygusu ve ilgi uyandırır.

Kuyumculuk mesleki anlamda kendi içinde bölümlere ayrılmıştır.

Sanatçı Sadekarlar

Kıymetli metal ve taşlara biçim veren, taşları tasarlayan ana prototip kalıbını çıkaran ustalardır.

Taş Uzmanları

Elmas, pırlanta, yakut, zümrüt, safir, topaz, inci gibi değerli taşların, kalitesi, fiyatı, boyutu ve karatı hakkında rapor verebilen kıymetli taş alım satımı yapan kişiler.

Kakmacılar

Altın ve gümüş levhalara (varak) motif, yazı, resim, marka, çeşitli zımbaları çekiciyle kakarak ve kabartarak işleyen ustalardır.

Mıhlayıcılar

Hazırlanan mücevherlere kıymetli taşları, tırnak ve güherselerle oturtarak yerleştiren (mıhlayan) ustalardır. Yalnız elmas işleyenlere “alaturkacı” denilmektedir.

Ayarcılar (Tahlil Laboratuvarı)

Altın, gümüş ve alaşımlarının Dünya standartlarına uygun olup olmadığını kimyevi tahliller yaparak belirleyen kişilerdir.

Yaldızcılar

Elektroliz yöntemi ile mücevherlere yaldız ve kaplama yapan ustalardır.

Mineciler

Hazırlanan takılara mine ile resim marka işleyen ustalardır.

Cilacılar

Tüm kuyum işleri ve mücevherlerin polisaj ile ışıl işlemlerini tamamlayan ustalardır.

Kalcılar (Ramatçı)

Kal, killi toprak çamurundan hazırlanmış çanak anlamına gelmektedir. İfraz metodu ile işlenemez hale gelen altın karışımlarını temizleyerek altını yeniden ekonomiye kazandıran kişilerdir.

Kalemkarlar

Varaklar, plaketler, sade işler ve mücevherlerin üzerine çelik kalemlerle her çeşit yazı, marka, motif ve süslemeleri işleyen kalem ustalarıdır.

Sarraflar

Altın ve gümüşten paraların değeri, gramajı, fiyatı ve antik değerleri konusunda bilgili olan ve bunların alım satımını yapan tüccarlardır.

Dökümcüler (Ocakçı)

Altın ve gümüş alaşımlarını potalarda eriterek, tel-astar çekme işlemlerini yapan kuyum ustalarıdır.

Sedefçiler

Çeşitli süs eşyalarına sedef süsleme yapan kakmacı ustalarıdır.

Emanetçiler

Kuyum ürünlerini dolaştırarak satıcılara ulaştıran ve onların iade ettiği altın, taş, nakit gibi emanetleri sahiplerine ulaştıran güvenilir kişilerdir.

Malzemeciler

Kuyumcuların kullandıkları her çeşit alet- edevat- makina gibi malzemelerin alım satımını yapan ticari esnaflardır.

Kitlekçiler

İnci, kehribar ve mercan gibi ipe dizilebilen taşları ipek düğümlü ipliklere dizerek kilitle kullanılabilir hale getiren ustalardır.

Mağazacılar

Sermayedarlar veya teşhirciler, kuyum ürünlerini teşhir ederek kullanıcıya ulaştıran, ticari amaçla sermayesini işleten kişi veya kuruluşlardır.

Satış Danışmanları

Vitrinlerde teşhir edilen kuyum işlerini müşterilere tanıtarak onlara aradıkları modelleri satan ve firmada satışı çoğaltmak için çalışan kişilerdir (Ayter, 1996.s.97- 98).

Erzurum’da Kuyumculukta Kullanılan Başlıca Üretim Teknikleri

Kuyumculukta ve takı yapımında çeşitli üretim teknikleri mevcuttur. Bu teknikleri aşağıdaki ana başlıklarla tanımlayabiliriz:

Dövme Tekniği

En eski maden tekniği olan dövme tekniği günümüzde halen kullanılmaktadır. Altın, gümüş ve diğer madenleri demir üzerinde vurarak biçimlendirme tekniğidir (Erginsoy, 1978. s.48).

Döküm Tekniği

Kuyumculukta döküm tekniği çok eski yıllara dayanmaktadır. Potada eritilen madenin istenen şekillerde hazırlanmış taş veya ısıya dayanıklı metal kalıplara dökülerek dondurulmasıyla elde edilen tekniğe döküm tekniği denilmektedir.

 Baskı (Pres) Tekniği

Çok eski bir teknik olan baskı tekniğinde belli bir şekle sahip olan bir çukur bulunan ve kalıp denilen bir alet kullanılır. Söz konusu çukur plastik işleme sonucunda malzemenin yerleştirilmesiyle doldurulur. Sonuç olarak “pozitif” denilen bir nesne elde edilir. Kalıp ise “negatif” olarak adlandırılır. Bu tanımlamalar pozitif veya negatif yerine dişi ve erkek olarak da kullanılabilmektedir. Günümüzde bu işlem Kollu baskı ve Hidrolik baskı makinalarında yapılmaktadır (Bulat, 2000, s.44).

Mumlama Tekniği

 Bu yöntem ile mumdan bir modelin bulunduğu bir boşluğun erimiş metalle doldurulmasından ibaret olup mum eriyip kaybolmaktadır. Kuyumculukta bu metot, mum modelin belli bir boyutu aştığı durumlarda hala kullanılmaktadır. Mumlama tekniğinde, uygun boyutlardaki demir bir kasnağın içine mum model konur, metalin modele akması için bir kanal açılır ve mum ile kasnağın arasında kalan boşluk sıvı alçı ile doldurulur, sert bir hal alıncaya kadar beklenir ardından kurumaya bırakılır. Mumun eriyip çıkması amacı ile öncelikle düşük ısı verilir, daha sonra artıkları imha etmek amacı ile yüksek ısıda tutulur ve son olarak değerli alaşım dökülür (Vitiello, 1995. s.294-295).

 Kaynaklama Tekniği

 Birbirine monte edilecek iki metal parçasının, ısı ve basınçla birleştirilmesi işlemi olup genelde düşük, yüksek veya çok yüksek sıcaklıklarda eritme yoluyla gerçekleştirilir. Isıtma işlemi, bakır ısıtıcı, alev, elektrik enerjisi veya ark ile sağlanmaktadır. Metal parçaların kaynakla birleştirilmesi işlemi tarihsel sürece bakıldığında M.Ö.200 yıllarında Babiller tarafından uygulandığı görülmektedir.

Perçinleme Tekniği

 Metalin kaynak yapılamayan kısımlarında iki metali birleştirmek için minik çiviye benzer bir parçanın yardımıyla kuvvet uygulanarak yapılan bir yöntemdir.

Cilalama Tekniği

Parlatma takı yapımındaki son işlemdir. Diğer tüm işlemleri tamamlanan takılar zımparalanır ve tavlanır. Ağartma işlemi yapılarak, ince bakır tellerden yapılmış olan tel fırça ile çöven kökü ile hazırlanmış suda fırçalanır. Parlatma işlemi için muhtelif pastalar, keçeler, kıl ve pamuklu fırçalar kullanılır. İlk olarak keçe ile kalın ponza taşı ardından yeşil pasta (kromoksit) kullanılarak takılar parlatılır. İşlemin sonlarına doğru daha ince parlatma pastaları kullanılarak bez veya pamuk ipliğinden yapılmış döner fırçalarla son parlatmaya geçilir (Bulat, 2000, s.44-45).

Erzurum’da Kuyumculukta Kullanılan Süsleme Teknikleri

 Kuyumculuk sektöründe takılar yapıldığı sırada her takının yapılış amacına uygun olarak gerçekleştirilen süsleme teknikleri aşağıda sıralanarak açıklanmıştır.

  • Telkari (Filigre) Tekniği
  • Kabartma Tekniği
  • Kalıp ile Kabartma (Stampa) Tekniği
  • Kakma Tekniği
  • Kalem İşi Tekniği
  • Kazıma (Kalemkar) Tekniği
  • Delik İşi (Ajur) Tekniği
  • Kaplama ve Yaldız Tekniği
  • Savatlama (Niello) Tekniği
  • Çalma – Kazıma (Gravür) Tekniği
  • Granül (Güherse) Tekniği
  • Minecilik Tekniği
  • Mıhlama Tekniği
  • Değerli ve Yarı Değerli Taşlarla Süsleme Tekniği

Telkari (Filigre) Tekniği

 Altın ve gümüş tellerden yapılan desenleme ve bu tellerin lehim yardımıyla bir başka maden zeminine tutturulması tekniğidir (Eruz, 1993. S.33). Kafesli kuyumculuk işi olarak da adlandırılan telkari, çeşitli kalınlıklarda haddelerden çekilip bu tellerden motif ve desenler yapılarak, toz lehim (kaynak) kullanılarak birbirine veya madeni bir zemin üzerine kaynatılarak oluşturulur. Arkeolojik kazılardan çıkarılan eserler telkari tekniğinin M.Ö. Üçüncü binden itibaren Mezopotamya ve Mısır’da, 2500’den itibaren de Anadolu’da kullanıldığını göstermektedir. Ülkemizde telkari işleme sanatı XV.yüzyıldan itibaren Türk ustaları tarafından çalışılmıştır (Parlak, 2000. s.47).

Kabartma Tekniği

Kabartma tekniğinde işlenecek olan metal levha esnek bir zemin üzerine yatırılır, farklı uçlu kalemler ve çekiç yardımıyla dövülerek istenen biçim verilir. Diğer bir ifadeyle metal levhanın yüzeyi kabartma desenlerle süslenir (Bulat, 2000. s.59).

Kalıp ile Kabartma (Stampa) Tekniği

Kalıp ile Kabartma (Kalıp çarpma veya Stampa basma) tekniğinde, kalın bir tunç çubuğun ucuna, kabartılması istenen desenin pozitifi veya negatifi çelik aletler kullanılarak oyulur, tanımlanan şekilde biçim verilen uç, tavlanmış madenin üzerinde kabartma yapılacak yere konularak üzerine çekiçle vurmak suretiyle istenen desen çıkarılmış olur. Kalıpla kabartma tekniğinde sürekli kullanılabilecek, kolay deforme olmayacak şekilde pozitif ve negatif kalıplar kullanıma hazır hale getirilir. İnce metal pozitif ve negatif kalıplar arasına yerleştirilerek çekiç darbesiyle desen biçiminin verilmesi sağlanır (Ülger, 1997, s.45).

Kakma Tekniği

Madeni eserler üzerine delikler veya yivler açarak başka bir madenle kakılarak elde edilen süsleme tekniğidir. Kakma yapılacak eserin üzerine zıtlık yaratacak şekilde esere değişik renklerde başka bir maden seçilmelidir. Altın, gümüş sedef ve çeşitli süstaşları kakmada kullanılır. Bu teknik Yakın Doğu’da ve Eskiçağ’da bilinmekteydi (Parlak, 2000. s.50).

Kalemişi Tekniği

Kalemişi adı altında çok sayıda değişik teknik mevcuttur. İç mimaride, taş yontmada, ağaç oymacılıkta, maden sanatında, dokumacılıkta kullanılır. Kuyumculukta ise, kalemişi yapılan kalem 6-8cm. uzunluğunda ucu keskin çelik kalemler veya keskilerdir. Bunlara “burin”de denilmektedir. Bu kalemlerle gümüş ve altın üzerine kanallar açılarak motifler oluşturulur.

Kalemişi yapılırken bileğe hakimiyet çok önemlidir. Ucu sivri ve köşeli kalem aletiyle metalde yiv açmak için bu aletin topuzlu ucunu avucunun içinde sıkıca tutan usta, dal ve kıvrımlarda yumuşak dönüşü yakalayabilmek için nefesini tutarak tek hareketle kıvrımı tamamlar. Madene bastırıldığında kendine yol açarak önündeki madeni ileri doğru sürer. Kalem ileri doğru hareket ettikçe açılan yivin içinden kesilerek çıkan maden aletin önünde yongalar oluşturur. Bu yongalar arada bir koparak düşer.

Kalemişinde düz yüzeylerin hafifçe tıraşlanması sonucu ise her kalem atışta bir parça koparak düşer ve kopan parçanın yerinde parlak zemin oluşur. Kalemkarlar, kalemişini yapmadan önce metali mat olarak yaldızlayarak daha iyi sonuç alma yoluna da giderler (Parlak, 2000. s.57-58).

Kazıma (Kalemkar) Tekniği

Altın, gümüş, bakır, tunç ve pirinç gibi kolay şekillenebilen madenler üzerine derin çizgiler açılarak yapılan süslemedir. Kazıma tekniğinde ucu sivriltilmiş olan kalemler ve “burin” denilen tahta saplı sivri uçlu kazıma aleti kullanılmaktadır. Kazıma tekniğinde kalem veya keskinin ucu sivri ve keskin olduğundan, açılan yiv içindeki metali kesip yongalar halinde çıkarır (Gerdan, 2007.s.34).

Delikişi (Ajur) Tekniği

Delikişi – kesme veya ajur olarak da adlandırılan bu teknikte maden üzerine desen çizilir, kesici-delici araçlarla desen oyulur ve kıl testere ile bu oyuklar kesilir. Kesme işlemi yapılırken ısınan testereye balmumu sürülerek çabuk kırılması önlenir. Böylece çizilen tüm desen oyularak delikişi tamamlanır.

Kaplama ve Yaldız Tekniği

Altın ve civa karışımı ile yapılan süsleme tekniğidir (Antika Ansiklopedisi, 1998, s.468). İki farklı şekilde kaplama tekniği mevcuttur. Bilinen en eski yöntem ısıtma ve sıkıştırma ile yapılmaktadır. İkinci olarak galvanizli kaplama yapılmaktadır. Pilin keşfinden itibaren, galvanizli kaplama tekniği geliştirilerek yaygın olarak kullanılmış (Bulat, 2000. s.49). Bu işlem yapılırken altın ilk olarak kupelasyon usulü ile saflaştırılır. Kare kalıplara dökülerek çok ince hale gelinceye kadar dövülür.

Genişleyen altın tabaka kare şeklinde 5cm ebatında parçalara ayrılır. Aralarına kağıt plakalar konularak üst üste dizilir ve dövülmeye devam edilir. Ardından tekrar altın plakalar küçük parçalara ayrılarak aralarına sığırın kör bağırsağından elde edilen zar döşenerek üst üste dizilip zar haline getirilir. Bu işlem yapılırken genişleyen altın plakalar sık sık kesilerek küçültülüp tekrar tekrar dövülerek son noktaya kadar inceltilir. Zar gibi incelen altın varaklar defter arasında saklanır ve bu altın varaklar metal eserler üzerine yapıştırılarak süsleme yapılır (Parlak, 2000. s.64).

Savatlama (niello) Tekniği

 İslam dünyasında “sevad” olarak adlandırılan ve “karanlık, karalama” gibi anlamlara gelen bu sözcük dilimizde “savat” olarak geçmektedir. Günümüzde sadece bir sanat terimi olarak “savat” gümüş üzerine karakalem görünüşlü nakış olarak adlandırılmaktadır (Parlak,2000.s.58). Savatlama işleminde savatlanacak metalin üzerine işlenecek desen çizilir, çelik kalemlerle kalemişi olarak adlandırılan teknik ile oyulur. Gümüş ve bakır birlikte eritilip kurşun eklendikten sonra eriyik

durumdaki bu metal karışıma istenilen siyahlığı alıncaya kadar kükürt yedirilerek soğumaya bırakılır. Sertleşen savat kırılarak parçalara ayrılıp havanda toz halini alıncaya kadar dövüldükten sonra elenerek “tenkar-boraks” karıştırılarak sulandırılır. Çamur halindeki savat “sürme savat” olarak kullanıldığı gibi kurutulduktan sonra “ekme savat” olarak da kullanılır. Çelik kalemlerle hazırlanan oyuklara doldurulan savat

Çalma – Kazıma (Gravür) Tekniği

Bu teknik, uygulanacak metale yerleştirilen özel olarak hazırlanmış olan uçları küt çelik kalemlerin üzerine çekiçle vurularak uygulanır. Kalemin yuvarlatılmış alt kısmı her çekiç darbesiyle açtığı yivin zemininde hafif bir iz bırakır. Çalma tekniğinde kalemin açtığı yivler içindeki yivler kesilip çıkarılmaz, sadece yivin iki tarafına itilmesi sağlanır (Ülger, 1997. s.43).

Kazıma Tekniği

Taneleme anlamına gelen granül (granülasyon) tekniğinin Osmanlılardan kalma Türkçe tanımlaması “güherse” olup bu tanım günümüzde de kullanılmaktadır. Bu teknikte genellikle gümüş ve altın eserlerin çeşitli bölümlerine konulan küçük pırıltılı kürecikler oluşturulur. Sadece eritilmiş soy metallerin, tekrar katılaşmaları için soğutulduklarında elde edilen su damlası gibi küre şeklindeki granüller kullanılır. Bu küreler takı üzerine dizildikten sonra lehimlenir veya maden kaynatılır (Kuşoğlu, 2000. s.3).

Minecilik Tekniği

Seramik, cam ve metal gibi maddeleri korumak, renklendirmek ya da bunlara parlaklık kazandırmak için kaplama olarak kullanılan camsı, saydam veya saydam olmayan maddelere mine denir (Antika Ansiklopedisi, 1998, s.270).

Minecilik madenin bir kısmının veya tamamının çeşitli renklerdeki cam ile kaplanmasıdır. Mine, toz cam ve maden oksidi karışımından yapılır, mine için kullanılan toz cam içinde %50 oranında çakmaktaşı veya kum, %35 oranında kırmızı kurşun ve %15 oranında soda veya potas bulunur. Mine hangi maden oksidinden karışım yapılmış ise onun rengini ve adını alır (Ülger, 1997. s.46).

Toz cam içine katılan renklendirici maden oksitlerden elde edilen mine, tabakalar halinde dökülerek soğutulur. Soğuduktan sonra kırılarak parçalara ayrılır ve havanda dövülen cam parçalarından bir toz elde edilir. Yıkanan bu toz maden üzerinde önceden hazırlanmış yuvalara doldurulup kurutulduktan sonra fırınlanır. Isı ile eriyen cam, madene yapışarak parlak ve renkli mine dolgusunu oluşturur (Eruz, 1993. s.33).

Mıhlama Tekniği

Kalemişi ve ajurlama teknikleri ile beraber kullanılan bu teknikte öncelikle ajurlanacak kısım çizilip mıhlama yapılacak kısım boş bırakılarak oyma işlemi tamamlanır. Maden üzerinde kullanılacak olan taşın şekline ve ölçüsüne uygun, metalin cinsine uyumlu astar kesilir, ölçüye uygun kesilen astarın üst kısmına testere dişleri şeklinde zigzag açılır ve astar lehimlenir. Lehim işleminin ardından yaldızlama ve kalem işçiliği yapılıp, hazırlanan yuvaya taş yerleştirilir (Parlak, 2000. s.62).

Değerli ve Yarı Değerli Taşlarla Süsleme Tekniği

Takı yapımında elmas, yakut, zümrüt, safir gibi değerli taşlar ile mercan, akik, kuvars, lapis taşları ve yörelerine göre adlandırılan Simav akikleri, Erzurum kehribarı (oltutaşı) ve Eskişehir lületaşı gibi yarı değerli taşlar kullanılmaktadır. Değerli taşlar, yine değerli madenler üzerine (altın, platin gibi) oturtularak kullanılmakta, yarı değerli taşlar ise yarı değerli madenler üzerine oturtularak kullanılmaktadır (Ülger, 1997. s.41).

Erzurum’da Kuyumculukta Kullanılan Başlıca Araçlar

 Kuyumculukta mücevher yapımında ana malzeme olan metalleri ve taşları şekillendirip birbirine monte etmek amacı ile belli başlı temel araçlar ve yardımcı araçlar kullanılmaktadır. Tarihsel sürece bakıldığında eski devirlerde kuyumcular kendi araçlarını imal ederken günümüzde bu sektörde kullanılan araçlar uzmanlaşmış kuruluşlar tarafından çağımız koşullarına ve ihtiyaçlara uygun bir şekilde profesyonelce üretilmektedir.

Hadde (Silindirleme)

Büyükten küçüğe doğru numara numara büyüklükte delikleri olan ve teli çekerek inceltme amacıyla kullanılan alete hadde denir. Kuyumculukta maden ve metalleri tel haline getirmekte kullanılır (Adli, 1996.s.189).

Haddeleme mücevher yapımında mekanik işlemler grubuna girer, iki veya daha fazla, şekilli veya düz yüzeyli, merdaneden oluşan makinalarda sıcak veya soğuk olarak yapılan işlemdir. Merdane yüzeyleri metale verilmek istenen şekle uygun kesitli profillerden yapılır. Farklı işlemlerin yapımında kullanılan silindir çeşitlerinden biri olan, Levha Haddeleri (Astar Silindirleri); Metallerin daha ince hale getirilmesinde kullanılır. Yatay ve paralel eksenli, zıt yönlerde dönen, aralıklı çelik silindirlerden oluşur. Bombeli Silindirler ve Rötuş

Tezgahı; Daha küçük incelmelerle, mümkün olduğu kadar homojen ve kaliteli levhaların üretiminde kullanılır. Çapraz Haddeleme ; Malzemenin genişletilmesi amacıyla yatay olarak yapılan haddelemedir. Genelde metalin çapraz işlemden önce ısıtılması veya soğuk hale gelmeyecek şekilde işlenmesi şarttır. Tel Haddeleme; Tel tezgahlarının silindirlerinde değişik boyutlarda kanallardan metalin geçirilerek şekillendirilmesi ve uzatılması sağlanır (Vitiello, 1995.s.115).

Torna

Tornalama ile elips, dairesel veya içi boş bütün (yekpare) nesneler elde etmek mümkündür. Altın için az kullanılmakla birlikte, gümüşçülükte ve diğer metallerde sık başvurulan bir işlemdir. Pürüzlerin ve yüzey düzensizliklerinin düzeltilmesinde kullanılabilir (Vitiello,

Baskı Tekniği (Pres)

Baskı çok eski bir tekniktir. Bu teknik ile şekil olarak belli bir çukura sahip olan adına “kalıp” denilen bir alet kullanılır. Çukur, işleme sonucunda malzemenin yer değiştirmesiyle doldurulur. Böylelikle elde edilen parça “pozitif” kalıp ise “negatif” olarak adlandırılır. Parçaların pürüzsüz ve düzgün çıkarılması kalıpların yüzey    düzgünlüğü    ile    doğru    orantılıdır        (Vitiello, 1995.s.130).

Baskı ve Kollu Baskı

Kuyumculukta ve gümüşçülükte, üretilecek özdeş parçaların sayısı belli bir rakamı aştığında, makinalara ve baskılara ihtiyaç duyulur. Bu makinda kas gücü yerine bir dizi kol ile kuvvet sağlanmakta. Makinada çeşitli bilezikler üretilebilmekte aynı anda birden fazla ürün yapılabilmektedir (Vitiello, 1995.s.133).

Hidrolik Baskı

Kalıp üretiminde idealdir. Makinanın gücü kalınlık, alaşım kalitesi ve yüzeye göre seçilmelidir. Makina sessiz olma avantajına sahiptir (Vitiello, 1995.s.135).

Şarnel (Boru) İşlemi

Bu işleme türü uzun zaman alan el işçiliğinin yerini almaktadır. Kuyumculukta şarnel testeresi özellikle menteşelerde sıkça kullanılmaktadır. Mekanik işleme ile elde edilerek, perçinleme, geçme veya kaynak ile birleştirilmektedir (Vitiello, 1995.s.138).

Malafalar

Bilezik ve yüzük üretiminde kullanılan demirden veya ahşaptan üretilmiş ve konik şekildedir. Bileziğe ve yüzüğe daire şeklini vermede kullanılır. Çeşitli boylarda geniş ve dar olanları vardır (Vitiello, 1995.s.105).

Mengeneler

Üzerine geçici olarak iş parçası bağlamaya yarayan aletlerdir (Gerdan,2007.s.27).

Freze Uçları (Fisurlar)

Sapları, matkap ucu gibi inceltilmiş ve değişik şekillere sahip bir çeşit eğedir. Değişik çaptaki deliklerde kullanılmakta olup, her şekil kendi içinde numaralandırılmıştır. Genellikle bir deliğin (dip kısmının) yuvarlatılması, bir kakmanın etrafının düzeltilmesi gibi işlemlerde kullanılır (Vitiello, 1995.s.103).

Matkaplar

Küreli Matkap; Ekseni dikey olduğundan kullanımı daha kolay olmakta, küre denilen ağırlık delme işlemini çabuklaştırmaktadır. Matkabın alt kısmında delici uç ve yuvası bulunmaktadır. Onun üzerinde kullanım esnasında basınç ve denge sağlayan küre bulunmaktadır. Değerli taşların tutturulmasında kolayca ve emniyetli şekilde kullanılır. Elektrikli Matkap (Kuyumcu Frezesi); Kuyumcu frezesi düşük güçlü elektrik motoru bulunan ve uzun esnek bir mili (spiral mil) döndüren bir alettir. Motor hızı sabit olabileceği gibi, bazı modellerinde bu hız pedal ile kontrol edilebilir.

Rötuşlama (Raybalama)

Helisel veya mızrak uçla açılmış olan bir boşluğun iç çeperlerini düzeltme işlemidir. Bu işlem için raybalar kullanılır. Raybalar, boşlukların iç tarafındaki fazlalıkları almak için kenarları keskin olan aletlerdir. Kuyumculukta, bilezik, kolye, broş gibi örgü yapılacak bölümlerde kullanılır (Vitiello, 1995.s.107-108).

Mandren

Hareketi sağlamak amacıyla bir aletin sapını sabitlemede kullanılır. Vidalı bir sistem sayesinde, döndürüldüğünde sıkışan en az üç parçadan oluşur.

Tartı Aletleri

Kuyumculuğun hammaddeleri altın, platin, paladyum gibi soy madenler ile elmas, zümrüt, yakut gibi çok değerli taşlardır. Bunların gram-santim durumları tespit edilmeden (tartılmadan) herhangi bir işleme başlanmaz. Çünkü madenler ve taşlar işleme safhalarından geçerken kayıplara uğrar bu kayıplara “fire”denir. Mücevher yapılırken “fire” kayıplar fiyata yansıtılır her aşamada işin tartımı tekrar tekrar yapılıp kaydedilir. Her safhada tartı derecelerini bilme zorunluluğu vardır. Tartı aletleri son derece hassastır. 1gr. Ağırlığın binde birini tespit eden elektronik aletlerle çalışılır. Hazırlanan mücevherin üzerine mıhlanan pırlanta ve diğer taşlar farklı boylarda olduğundan toplam bulunarak sağlıklı fiyat çıkarılabilmesi için her birinin ağırlığının bilinmesi gereklidir (Ayter, 1996.s.101-102).

Cila makinaları

Mücevher ve takıların yüzeylerindeki kalıntıları temizleyerek yüzeylerini parlatan makinalardır.

Pres makinaları

Astarların düzeltilmesi, bükülmesi veya kalıplar yardımıyla değişik şekiller elde edilmesinde presler kullanılır.

Ultrasonik Yıkama ve İstim Makinaları

Bitmiş haldeki mamulü temizlemek ve vitrin öncesi son işlemleri yapmak için kullanılan makinalardır.

Pota

Grafit veya topraktan imal edilmiş yüksek ısıya dayanıklı olan, altın ve gümüş gibi madenlerin eritilip kalıba dökülmesinde kullanılan kase şeklinde araç.

İçerisinde maden eritmek amacıyla kullanılan granit veya seramikten üretilmiş olan yüksek derecede ısıya dayanıklı kaplardır.

Şide

Eritilen madenin içerisine dökülerek kalıplaştırılmasında kullanılan üzerinde metal kalıplardır.

Fisur

Takı üzerinde temizleme, yontma, oyma işlemlerinde kullanılan kesicilerdir.

Konik, düz ve top şeklinde olanlar en çok kullanılanlarıdır (Gerdan, 2007.s.27).

Amyant

Üzerinde kaynak yapılabilen yanmaz taştır.

Bilya Makinası

İçerisinde minik çelik bilyelerin bulunduğu yavaş bir şekilde dönerek titreşimli olarak çalışan makinadır. Bir miktar su ile çalıştırılır ve içine hazırlanan metal atılarak, metalin üzerindeki kalıntılarla çiziklerin giderilerek temizlenip parlatılması işleminde kullanılır.

Kuyumcu Tezgahı

Kuyumcu ustasının çalışabileceği, sağlam ahşap malzemelerden yapılan tezgahlardır. Kuyumcu ustası çok sayıda işlem basamağını bu tezgahlar üzerinde gerçekleştirir.

Erzurum Hakkında Genel Bilgi

 Tarihçesi

Bölgede yapılan arkeolojik kazılar ve araştırmalar bu bölgenin tarihinin M.Ö.4000-3000’li çağlara kadar dayandığını göstermektedir (Çam, 1993, s.22). Erzurum, XIX. Yüzyıl başlarında İran – Trabzon – Halep yollarının kavşak noktasında bulunmasından dolayı bir kent-kale olarak oldukça hareketli olan, zengin bir ticaret ve sanayi (hayvan ürünleri, dericilik, dokumacılık, kürkçülük) merkezi durumundaydı (Dictionnaire Larousse, 1994, s.788).

Çok sayıda millete ev sahipliği yapmış olan Erzurum ili, Doğu Anadolu’nun coğrafi konumundan dolayı bir geçit bölgesi olması itibariyle, tarih boyunca çeşitli yönlerden gelen çok sayıda millet ve devletin saldırısına uğramıştır (Aşıroğlu, 1993, s.65). Erzurum’un ilk bilinen halkı Urartulardır. Zaman içerisinde; Hititler, Ermeniler, Medler, Persler, Partlar ve halefleri, Romalılar, Bizanslılar, Hurriler, Sakalar (İskitler), Sasaniler, Araplar (dört halife devri), Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Moğollar, İlhanlılar ve halefleri, Karakoyunlular, Timurlular, Akkoyunlular, Safeviler, Osmanlılar ve Türkiye Cumhuriyeti Erzurum sınırlarında kurulan devletlerdir (Selvi, 2000, s.1-2).

Çok önemli yolların kesişme noktasında bulunması ve konumunun müdafaaya elverişli olması sebebiyle Erzurum, tarih boyunca askeri ve ticari önemi ön planda olmak üzere Anadolu’nun önde gelen şehirlerinden biri olmuştur. Erzurum şehri kendi adını taşıyan ovanın güneydoğusunda bulunan, Palandöken dağının dibine yaslanmıştır.

Erzurum hem ovanın en büyük şehridir, hem de Doğu Anadolu’nun en büyük pazarıdır. En önemlisi bir geçit yeridir ve bu durumu diğer tüm unsurlardan önemlidir. Erzurum’un ilk isimleri kaynaklarda Karintis, Karin, Korana, Karnoi, Kalghak ve Kağak olarak geçmektedir (Selvi, 2000, s.1-2).

Şehir, Doğu Roma (Bizans) İmparatoru II.Theodosios’a (408-450) izafe edilen Theodosiopolis’ti, IV. asır sonuna doğru Roma imparatorluğu sınırları içine alınmış ve 415 tarihinde Theodosios’un emriyle Şark Orduları Kumandanı Anatolius tarafından kurulmuştur. X. asır İslam coğrafyacıları doğuda ev eşyasının en önemlisi sayılan Kali (halı)nın burada yapıldığını ve adını şehrin o dönemde Kalikala olan adından almış olduğunu kaydetmektedirler.

Bugünkü Erzurum adı ise, Erzen’ in Selçuklular tarafından fethedilmesi üzerine halkının Theodosiopolis’e (Kalikala=Karin) göç etmelerine müteakip bu şehre Erzen ve Türk hâkimiyetinin ilk safhalarında bu adın sonuna, Meyyafarikin (Silvan) ile Siirt arasındaki Erzen’ den ayırmak ve Anadolu’ya ait olduğunu belirtmek üzere Rum kelimesi ilave edilerek, Erzen al-Rum denilmesinden kaynaklanmıştır. Selçuklular tarafından Erzurum’da basılmış paraların üzerinde şehrin adı Arzan al-Rum şeklinde yazılmıştır (Erzurum Valiliği, s.9).

Birinci Dünya savaşında Erzurum, daha başlangıcından itibaren Rus ordularının en önemli hedefi oldu. Sarıkamış mağlubiyetinden sonra 16 Şubat 1916’da Ruslar Erzurum’a girdiler. Kalenin düşmesi, Doğu cephesindeki savaşlarda Türkler için en ağır darbe oldu. Yaklaşık iki yıl Rus işgali altında kalan Erzurum, 12 Mart 1918’de kurtuluş tarihine kadar çok kötü günler yaşadı (Selvi, 2000, s.4-5).

Coğrafi Yapısı

İki coğrafi bölgede toprakları buluna Erzurum İlinin arazi büyüklüğü, 25.066 km²’dir. İl topraklarının %30’luk kısmı Doğu Karadeniz topraklarında, %70’lik kısmı da Doğu Anadolu topraklarında yer almaktadır. Erzurum arazi büyüklüğü bakımından Türkiye’nin dördüncü büyük ili konumundadır (Erzurum Valiliği, s.10).

Şehir, Doğu Anadolu’nun en engebeli kesiminde, sıradağlar arasında bulunan iki ovadan biri olan Erzurum ovasının güneydoğusunda kurulmuştur. Şehrin kuruluş alanı ve yakın çevresi volkanik kayaçlar, birikinti konileri ve genç alüvyal araziden teşekkül etmiştir. Erzurum’un çevresi tarihi çağlardan beri ormanlıktır fakat günümüze kadar ormanlar geniş ölçüde yok edilmiştir (Karpuz, 1984, s.32).

Platoların deniz seviyesinden yüksekliği ortalama 2000m olan Erzurum ili genel olarak yüksek arazilerden oluşur. Dağların yüksekliği ise 3000m ve daha yüksektir. Erzurum kenti ve Erzurum ovası (825 Km²) güneyinde yer almakta olan Palandöken Dağları (Büyük Ejder 3176 m.) ve Pasinler Ovası (540 km²) güneyinde yer alan Şahveled Dağları (Çakmak Dağı 3063 m.) bulunmaktadır.

Erzurum ilinin kenarında bulunan Erzurum ovası ve Hasankale ovaları vardır. Her iki ovayı birbirinden, 2030 m. yükseklikteki Deveboynu beli ayırır. Bunlardan Erzurum ovasının en alçak kesimi 1850m, Hasankale ovasınınki ise, 1650m.’dir (Erzurum Valiliği, s.10). Erzurum’da şiddetli ve uzun kışlar hüküm sürer. Kar yağışları ortalama Ekim ayında başlar, 15 Mayıs’a kadar devam eder. Temmuz ve Ağustos ayları hariç yılın büyük bir bölümünde don olayları görülür (Karpuz, 1993.s.6).

Erzurum’un Jeolojik Yapısı

 Bölgenin bugün sahip olduğu morfolojik durum, Neojen dönemi sonlarına ait genç bir aşınım yüzeyinin yakın zamanda yükselmesi, diskolasyon’a (yerkabuğunu oluşturan kütlelerin parçalanması, mevcut durumlarının değişime uğraması) uğrayarak çeşitli seviyelerdeki bölümlere ayrılması ve yüksek bölümlerin yarılması sonucunda meydana gelmiş olduğu izlenimini yaratmaktadır. Bölgede yer alan başlıca dağlar bu aşınım yüzeyinin derin vadilerle yarılması sonunda sırtlar halinde beliren kısımlarına veya dik kenarlarına tekabül eder (Erzurum Valiliği, 1973. s.54).

Erzurum’un Sosyo- Ekonomik Durumu

 Erzurum 12 Mart 1918’de işgalden kurtarıldığında harap bir durumda idi. Rus işgali ve ardından Ermenilerin şehirdeki tahribatı halkı göçe zorlamış nüfus onbinden, üç-dört bine kadar azalmış. Anadolu’nun hiçbir yerinde Birinci Dünya savaşının dehşeti Erzurum’da olduğu kadar belirgin görülemezdi. Şark vilayetlerinin İktisadi merkezi yok olmuştu. Dokuzuncu ordu Karargahının teftiş heyetinin 22 Mart 1918’de Dahiliye Nezaretine gönderdiği rapor sonucu alınan tedbirler ve yapılan çalışmalar sonunda şehrin durumu tam olarak iyileşme göstermemiştir.

Mustafa Kemal Paşa 3 Temmuz 1919’da Rauf, Manastırlı Miralay Kazım, Binbaşı Hüsrev, Miralay İbrahim Tali, Binbaşı İbrahim Refik Beyler ve Yaver Zabitlerle birlikte Erzurum Kongresini yapmak üzere Erzurum’a geldi. Şehirde kaldığı süre içerisinde hazırlıkları sürdüren Mustafa Kemal Paşa, 23 Temmuzda Erzurum Kongresinin yapılmasına karar verdi (Selvi, 2000, s.8-9-94).

Günümüzde İlde, özellikle kırsal kesimde halk geçimini tarım ve hayvancılıkla sağlamaktadır. Hayvancılığın önemli bir yer tutmasına rağmen, girdi maliyetleri yüksek olduğu için et ve süt verimi düşük olmaktadır, bu ise hayat standardını önemli oranda etkilemektedir. Bunun yanı sıra memur ve işçi istihdamı, üniversite öğrencileri ve askeri birliklerin İlde bulunması ekonomik hareketlilik bakımından önem teşkil etmekte olup, sosyo-kültürel yönden de olumlu sonuçlar doğurmaktadır (Erzurum Valiliği 14 Nisan 2008).

Erzurum’un El Sanatları

 Erzurum yüzyıllardır doğu ile batı arasında önemli bir köprübaşı, geçit yeri olmuştur. En muhteşem devrini Selçuklu ve Osmanlılar dönemlerinde yaşayan Erzurum, günümüzde Doğu Anadolu’nun önemli bir kültür, sanat ve ticaret merkezidir. Tanzimat döneminden önce evlerdeki dokuma tezgahlarında aba, ehram dokunur ve satılırdı (Karpuz, 1993.s.8)

 

 

THE EXAMINING OF JEWELRIES PRODUCTION IN ERZURUM TODAY

In the research, jewelries which are produced in Erzurum today were examined in terms of design feature, production techniques and used raw materials.

The research population is consisted of 255 jewelry which includes in 35 workshops that produce gold, silver and oltu stone, 100 jewelry stores that sell 22 carat gold and 120 jewelry stores that sell silver and oltu stone. In the scope of this research, the survey was carried out to 80 sector representatives making gold jewelry, making oltu stone management and selling products. The information obtained from the result of surveys is expressed frequency and percent through tables.

In this research analysis has been done on producing phases of Erzurum burma bracelet which is produced as traditional ornament in the region. Selected 75 pieces gold, silver, oltu stone product, which are produced and sold in the region today, has been introduced using prepared observation forms.

With this research, what are the features of jewelries which are produced in region’s design, motif, ornamentation and composition? What are the raw materials used? Which techniques are used to produce jewelries in the region? How marketing and promotional works of the jewelries are made? What kind of works are done by manufacturers to develop their professional growth; why are jewelries bought in the region? What are the traditional jewelries which belong to region? It is aimed to answer and document the questions.

As a result of research, considering the range of people attended the survey in sector, it is observed that manufacturers dealing with gold an jewels are at the first place with %68.8; after this the manufacturers dealing with oltu stone processing comes.

Survey participants have indicated in Erzurum, about producing design, there isn’t any design workshop in jewelry sector to produce creative and contemporary design. Manufacturers working in the region have indicated that they achieved works about producing design and development by following industry publications. The majority of manufacturers in the region produces goods in their own workshops.

It was determined that symbolic motifs and composition were applied extremely in jewelries which are produced in the region. It seems that the most of purchased jewelries are bought for presents. In the region, Burma bracelet is accepted as traditional jewelry.

As a result of research, the researcher’s suggestions which are based on datas are given in research.

İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir