1. Anasayfa
  2. Genel

Erzurum’un Kültürü

Erzurum’un Kültürü
Erzurum'un Kültürü
0

Kültür Nedir?

Erzurum’un Kültürü Kültürel Coğrafya, dünya üzerindeki insan üretimi olan unsurları coğrafya ilminin prensipleri içerisinde incelemeye çalışan ve yaklaşık olarak doksan yıllık bir geçmişe sahip olan genç bir disiplindir. Coğrafya ilmi üzerinde, fiziki mekânın etkisinin herşeyden fazla olduğunu iddia eden deterministlere karşı ortaya çıkmış ve gelişimini insan temelli olan kültür olgusu üzerine yoğunlaştırmıştır. Dolayısıyla, insanoğlunun üretimlerinden oluşan kültür olgusu ve bu olgunun bünyesinde barındırdığı herşey Kültürel Coğrafya’nın inceleme konuları içerisinde yer almaktadır. Bu noktadan hareketle, Kültürel Coğrafya’nın, inceleme sahasının ne olduğunu daha anlaşılır bir şekilde ifade edebilmek için, kültür olgusu hakkında farklı bilim dallarının yapmış olduğu tanımlamaların incelenmesi daha doğru olacaktır.

Kültür olgusu hakkında antropolojiden sosyolojiye, psikolojiden dilbilime, tarihten coğrafyaya kadar pekçok disiplinde çok farklı tanımlamalar yapılmıştır. Bu nedenle kültür olgusu hakkında tek bir anlayış üzerinden hareket etmek olanaksızdır. Kültür olgusuna, farklı yaklaşımların üzerinden bakmak daha doğru olacaktır. Bu nedenle kültür hakkında yapılmış olan tanımların değerlendirilmesi, olgunun daha iyi anlaşılması ve konu bütünlüğüne katkı sağlaması bakımından önemlidir.

Alfred Kroeber ve Clyde Cluckhon tarafından 1952 yılında yazılan Culture: A Critical Review of Concepts and Definitions adlı eserde, kültürün 164 farklı tanımı yapılmıştır. Bu eserde birçok farklı tanıma yer verilmesine rağmen, bütün tanımların birleştiği bir ortak nokta vardır ki, o da, kültürün her şeyi içeren geniş yapısıdır. Etimolojik olarak kültür, Latince cultura kelimesinden gelmektedir. Latincede cultura kelimesi tarım ve tarımsal faaliyetler anlamına gelmektedir.

Fransızcada yetiştirme ve tarım anlamlarına gelen kültür İngilizce de ise yetiştirme ve geliştirme anlamlarına karşılık gelmektedir. Kültür olgusu hakkında, yapılan tanımlardan bir kısmı şöyledir: Kültür,insanların doğal miras olarak aldıkları şeyleri kendi üretimleri ile aştıkları noktada başlar. Böylece doğal olarak yetişmiş olan ürünlerin, tarımsal faaliyetlere konu olması ile kültür olayının temeli başlamaktadır. Bu temelden hareketle, kültürün en önemli iki unsurunun, insanın bir ürün oluşturma ve oluşturduğu ürünü yayabilmek için dili kullanma yeteneği olduğu söylenebilir.

Oluşturulan kültürel ürünler içerisinde en önemlilerinden biri hiç şüphesiz ki dildir. Dil kültürün temeli olduğuna göre, bir milletin dil ile ifade ettiği sözlü, yazılı her şey kültür olgusu kapsamındadır. Her insan, insan oluşunu dil denilen kültürel vasıta ile birlikte gerçekleştirir.  Dil ve kültür üretimi sayesinde insanoğlu daha karmaşık bir yapı haline gelen toplumlarda yaşamaya başlamıştır. Dil, hayatın bütün alanlarında, en yalın olaylarda, bilimin ana formlarında, görenekler ve törelerde, inançlarda ortaya çıkar.

Hatta dil, her türlü maddesel hayatın, tekniğin,
ekonominin, dinin, hukukun, felsefenin ve sanatın ana koşuludur.  Toplumsal ortaklığı belli eden her şey gösterge olabilir. Dilin araçsallığı değil, simgelerin işlevi ve gösterge yapısı önemlidir. Simgelerle gösterilen bu ortaklığın tamamı kültür, daha doğrusu kültürel sistem olarak adlandırılmaktadır.

Kültürün, psikologlar tarafından yapılan tanımları ise kültürün kişilik gelişimi üzerindeki etkisini açıklamaya çalışmaktadır. Kültür, anlamların ve davranış kalıplarının bir bütünüdür. Kültür, insanın yaşam dolaşımıyla, çevreyle ve değişik insan etkinlikleriyle sağlanan olası ilişkilerin sıralandığı çok büyük bir çerçeveyi kapsamaktadır. İnsan daha doğduğu anda, kendini içinde bulduğu kültür, o insanın davranışlarını şekillendirmeye başlar.

Konuşmaya başladığında, insan kendi kültürünün bir parçası olur. Büyüyüp etkinliklere katıldığı zaman, kültürün alışkanlıkları kendi alışkanlıkları, inançları kendi inançları, olanaksızlıkları kendi olanaksızlıkları olur. Kültür, tek tek, birbirinden bağımsız bireylere değil, bir grubun üyesi olarak bireylere özgü bir vasıftır. Kültür toplum içinde aktarılır. Bir insan kültürü gözleyerek, konuşarak ve diğer insanlarla etkileşim içine girerek öğrenir.

İnsanlar, çeşitli gereksinimlerini karşılamak için kültürü oluşturmuşlardır. Örneğin giysileri üşümeyi önlemek için, bardağı su içmek için, otomobili bir yere daha hızlı ulaşmak için, hukuku toplumda güvenliğin sağlanması için vs.. Bunların hepsinin, toplumda bir işlevi vardır ve bu işlevler, belirli gereksinimlere yanıt verirler.  Kültür, kişilerin davranışları hakkında bize bilgi veren ve bu davranışlarda yansımasını bulan, soyut görüşler, değerler ve dünyaya dönük algılardan oluşur. Başka bir tanıma göre de kültür, zihnin etkin olarak geliştirilmesidir.

Kültürün sosyolojik açıdan yapılan tanımlarında ise bireyin sosyalleşmesi üzerinde durulmuştur. Milletlerin, her türlü alışkanlıklarını, hayata bakış ve onu değerlendiriş şekillerini, inançlarını, olaylar karşısında gösterdikleri davranış şekillerini ve güzel sanatların her dalında eriştikleri başarıları ihtiva eder.  Ziya Gökalp ise kültür kavramı yerine hars kavramını kullanmayı tercih etmiş ve şöyle tanımlamıştır. İnsan toplumlarının bütün fertlerini birbirine bağlayan, yani kişiler arasındaki uyumu sağlayan kurumlar hars (kültür) kurumlarıdır.

Bu kurumların tamamı, o cemiyetin harsını (kültürünü) oluştururlar. Kültürün maddi üretimleri ile toplumsal değerlerinin bir bütün halinde olması sayesinde toplumsal bir düzen sağlanmaktadır. Dolayısıyla kültür, insanların sembolik temsil pratikleri yoluyla anlam inşa etmeye çalıştıkları bir yaşam düzenidir. Kültürün sosyal bir düzenleyici olarak kabul edildiği ve nesilden nesile aktarılan bir özelliğe sahip olduğu bilinmektedir. Bu özelliği dolayısıyla kültüre, toplum mirası veya sosyal miras da denilmektedir.  Kültür hakkında önemli algılamalardan birisi de, sonraki çağların nüvesi evvelkilerde ekilidir,  şeklindeki algıdır. Bu yaklaşım, kültürün geçmişten günümüze gelen devingen bir süreç olduğunu yansıtması açısından oldukça önemlidir.

Kültürlerin işleyişinde paradoksal bir durumu fark etmek önemlidir. Bu paradoks ise bir yandan kültürün istikrar ve devamlılık eğilimi, diğer taraftan ise kültürün direnç ve değişim eğilimidir. Bu yönü ile kültür, dünyada var olmanın belli şekillerini tasvir eden fikirler, inançlar ve pratikler anlamında homojenleşmeye ve değersizleştirilmeye karşı koyan bilinçli veya bilinçsiz direnç sistemidir.

Her kültür, bireyin ve toplumun organik ya da temel ihtiyaçlarının karşılanmasının asgari koşullarını oluşturmaktadır. Beslenme, çoğalma ve temizlik ihtiyaçlarının ortaya koyduğu problemler çözülmek zorundadır. Bu sorunlar ise oluşturulan yapay bir çevre ile sağlanabilir. Bu yapay çevre, sürekli olarak yeniden üretilir, korunur ve işlenir. Bütün bu süreçler kültür dediğimiz olguyu ifade etmektedir. Kültür, tarihsel, toplumsal bir bağlamda etkinleşen insanın, yaşamı iyileştirip insancıllaştırmak amacıyla, özünü, toplumu ve doğayı değiştirip
geliştirmeye yönelik düşünce ve eylemlerinin tümü olarak tanımlanabilir. Kültürün asıl özelliği geleneklerinin var olmasıdır.

Kültür ile ilgili en çok araştırmanın ve tanımın yapıldığı alanlardan birisi de antropolojidir. Antropolojinin alt bilim dallarından olan kültürel antropoloji vasıtası ile insanoğlunun bütün üretimleri bir mercek gibi incelenmektedir. Antropolojik olarak sayılabilen ve bugün hâlâ büyük oranda geçerli olan ilk kültür Tylor’a göre kültür, toplumun bir üyesi olarak insanoğlunun, kazandığı bilgi, sanat, ahlak, gelenekler ve benzeri diğer yetenek ve alışkanlıkları kapsayan karmaşık bir bütündür.

Kültürel antropolojiye göre insanoğlu üreten bir varlıktır  ve bu üretimlerinin tamamı kültür olgusu içerisinde değerlendirilmektedir. Dolayısıyla insan soyunun başarıya ulaştığı her şeyi içeren geniş bir bakış açısı kültürü tanımlamaktadır. Kültür, insanın ortaya koyduğu, içinde insanın var olduğu tüm gerçekliktir.  Diğer bir ifadeyle kültür, hem insanın oluşturduğu, hem de insan oluşturandır.

İnsanoğlu, “Ne, neden, nasıl?” gibi sorulara cevap bulabilmek amacıyla sadece merak ettiği için keşifler yapmamıştır. Yaşadığı çevre üzerinde kendini egemen kılabilmek için üretimler yapmıştır. Yapmış olduğu bu üretimler toplamı ise kültürü oluşturmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, insanoğlunun her yarattığına ve davranışına kültür denilmektedir. Daha farklı bir ifade ile hem fiziksel kültürü hem de öznel kültürü içeren, çevrenin insan tarafından yapılmış olan bölümüne kültür denilmektedir.

Kültür, insanların tüm faaliyetlerini anlamlı bir bütün haline getirir  ve insanı diğer canlılardan ayırır. Kültür, insanın çevresine ve tarihine karşı nasıl reaksiyon vereceğini açıklayan ayırt edici bir insan kapasitesidir. Kültürün maddi unsurları hakkında, eksik de olsa tarihi kayıtlar, arkeolojik kanıtlar vasıtasıyla kısmi gelişme safhaları tespit etmek mümkün görünse bile, bunu maddi kültür öğelerinin dışındaki alanlara uygulamak çok zordur.

Kültür, onu yaratmış olan milletin malıdır.  Bu yönü ile milli kültür denilen kavram ortaya çıkmaktadır. Birçok insan, milli kültürlerin yok olacağını, onun yerine küresel kültürlerin geçeceğini iddia etmektedir. Oysa bu fikrin ideolojik yönünün dışına çıkıp, pratiğe dayalı kısmına bakılacak olursa, küresel tabanda bu fikri uygulamak tamamen imkânsız bir olaydır.

Kültürün bilimsel ve felsefi olarak yorumlanması, özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında, çok göç alan Avrupa’da, göçün doğurduğu sosyal problemlerin çözümü için her zaman gündemdeki yerini korudu. Bu yüzden kültür bilimleri, araç-gereç anlamında olmasa bile problem çözücü anlamında teknolojik bir havaya büründü.  Kültür, yapılan tanımlar doğrultusunda epistemoloji, ideoloji, edebiyat ve sanat alanlarıyla sınırlandırılmıştır. Oysa kültür, yalnızca ideolojik ve epistemolojik alanla sınırlı olmayıp, sanatın konusu olan duygu alanını, din bilimlerinin konusu olan psikolojik alanı, dinlerin konusu olan davranış alanını ve hatta somut yaşam alanını kapsar. O halde kültür, değer, inanç ve duygularla iç içe olan düşünce, bilgi ve algılar bütünüdür.

Sonuç olarak denilebilir ki, insanoğlunun yaşadığı mekân üzerinde gerçekleştirdiği hayatta kalma mücadelesinde, mekâna bağlı olarak ürettiği akıl ürünü olan her şey kültürdür. Kültürün ne olduğu hakkında yapılan farklı tanımlara yer verildikten sonra, kültür ile ilgili çeşitli kavramlar hakkında yapılan tanımları incelemek, konunun daha açık bir şekilde anlaşılması bakımından faydalı olacaktır.

Atli Cirit

Kültür Çeşitleri

Alt Kültür

Aynı karmaşık toplum içinde bulunup, birbirlerinden farklı simgelere dayalı örüntü ve geleneklere sahip olan alt grupların ürettiği kültürdür.
Bir diğer tanım ise şöyledir: Daha geniş bir toplum içindeki bir grubun uyduğu, kendine özgü standartlar ve davranış kalıplarının bir bütünüdür. Bir toplum içinde yaşayan insanların türdeş olmadığı, en fazla türdeşlik eğilimi gösteren küçük ölçekli toplumlarda bile alt kültürlerin var olduğu bilinmektedir.

Devingen Kültür

Yeterli bir şekilde işlevsel olabilmesi için kültür, değişen koşullara uyum gösterebilme esnekliğine sahip olmalıdır. Bütün kültürler, doğaları
gereği devingendir. Ancak bazı kültürler diğerlerine göre daha az devingenlik gösterir. Eğer bir kültür çok katı ya da durağansa ve üyelerinin değişen koşullar karşısında uzun dönemde ayakta kalmalarına yetecek araçları sağlayamıyorsa, o kültürün uzun bir süre daha yaşaması beklenemez.

Karşıt Kültür

Milli kültür ile bağlantısı olmayan ve önemli oranda farklılıklar gösteren yapıya karşıt kültür adı verilmektedir.

Kültür Şoku

Bir kültürden, çeşitli nedenlerle başka bir kültüre giden bireylerin, yeni kültüre uyum sağlamakta karşılaştıkları güçlükler, sıkıntılar,
bunalımlar ve gösterdikleri tepkilerdir.

Kültürel Asimilasyon (Sindirme)

Aynı cinsten bir toplum içinde, farklı kültürleri temsil eden grup veya fertlerin kültürel aidiyetlerinin egemen toplum tarafından teslim alınmasıdır.

Kültürel Gecikme (Kültürel Boşluk)

Kültür, maddi ve manevi öğelerden oluşan uyumlu bir birliktir. Fakat kültür değişirken, bu öğeler aynı hızda değişmemektedir. Maddi kültürdeki değişmeler daha hızlı gerçekleşirken, manevi öğelerdeki değişmeler daha yavaş gerçekleşmektedirler. Bu iki kültürel öğenin aynı
hızda değişememesi sonucunda kültürel gecikme veya kültürel boşluk adı verilen olay gerçekleşmektedir.

Kültürel Görecelilik

Kişinin, başka kültürlerin uygulamalarını anlama çabasıyla, kendi yargılarını bir kenara koyması gerekliliğidir.

Kültürel İçedönüklük (Etnosantrizm)

Kültürler, her zaman kendilerini savunur ve korumaya çalışır. Bu nedenle, başka kültür öğelerine karşı bir yabancılaşma eğilimine girerler. Bu olaya kültürel içedönüklük adı verilir.

Kültürel Kayıp

Var olan bir kültürel üretimin, âdetin veya geleneğin yerine yenisinin yerleştirilmesi veya tamamen yok edilmesidir.

Kültürel Öz

Toplumun, hayatını kazanmasında önemli rol oynayan kültür özelliklerine kültürel öz denilmektedir.

Kültürel Psikoloji

Çekirdek kavramsal ön kabullerin çoğunu paylaşan ve birçok durumda birbiri ile uyuşmayan ön kabulleri muhafaza eden yaklaşımların
bir grubu olarak ifade edilebilir.

Kültürel Uyarlanma

İnsanlar için kültürel uyarlanma önemlidir. Çünkü beyin güçlerini ve fiziksel becerilerini bir arada kullanarak içinde bulundukları
koşulları değiştirmeye çalışırlar. Kültür ve öğeleri aracılığıyla insan türü, yaşamını sürdürmekle kalmamış, yeryüzüne de yayılabilmiştir. Kültürel araçlarla çevrelerini yönlendirerek, değişik ortamlardaki hayat şekillerine ayak uydurabilmişlerdir. Bu açıklamalardan anlaşıldığı kadarı ile kültürel uyarlanma, insanların, çevreye, onu algıladıkları şekilde tepki gösterdikleridir.

Kültürel Yozlaşma

Bir toplumun, kendi kültür öğelerini kaybederek, tamamen yabancı kültürlerin egemenliği altına girmesi ve yerli kültür öğelerini
kaybetmesi sürecidir.

Kültürlendirme

Kültür, biyolojik kalıtım yoluyla değil, toplumsal bir şekilde yapılandırılarak edinildiği için, tüm toplumlar, kültürlerinin kuşaktan
kuşağa aktarılmasını sağlamak zorundadır. Bireyleri, toplumun kabul edilmiş üyeleri haline getiren bu aktarım süreci, kültürlendirme olarak ifade edilmektedir.

Kültürlenme

Bir toplumun kültürünün bir nesilden diğerine aktarılması ve bireylerin, toplumun birer üyesi haline gelmesi olayıdır. Kültürlenme,
doğumdan kısa bir süre sonra kişinin, kendi bilincine varmasıyla başlar. Ardından, insanın kendini çevreleyen nesneleri algılama ve onlara alışma biçimi, içinde yetiştiği kültür tarafından şekillendirilir. Bu olay kültürlenme olarak ifade edilir.

Kültürleşme (Akültürasyon)

Bir kültürün, diğer kültürlerle sürekli temas halinde olması sonucunda değişikliklere uğraması olayıdır.

Topluluk Kültürü

Birbirini iyi tanıyan insanların günlük işlerini, sürekli kendini tekrarlayan bir şekilde yapmaları ve dışarıdan gelecek yabancıların ya da
olayların bu ritmi bozmaması anlamına gelmektedir.
Ulusal Kültür: Bir ulusun yurttaşları tarafından paylaşılan deneyimler, inançlar, öğretilmiş davranış örüntüleri ve değerlerden oluşmaktadır.

Uluslararası Kültür

Ulusal sınırları aşan kültürel gelenekler için kullanılan bir terimdir.

Kültürel Coğrafya Nedir?

Ondokuzuncu yüzyılın sonu ve yirminci yüzyılın başlarında insan ve çevre arasındaki etkileşim konusunda coğrafi ilginin çevreci determinizm ve posibilizm olmak üzere iki ana konu üzerinde odaklanmaya başladığı görülür. Doğal fiziki çevrenin, insan hayatı üzerinde hem karakter oluşumunu hem de bütün faaliyetleri yönlendirdiğini ileri süren çevreci deterministler, insanın üretimlerini yani kültürel faaliyetlerini görmezden gelmekteydiler.

Doğal çevrenin insan hayatı üzerinde etkin güç olduğu fikrini savunan çevreci deterministler; Fiziki çevrenin özellikle iklim ve yer şekillerinin, kültürlerin biçimlenmesinde faal bir güç olduğuna, insanın ise aslında fiziki çevrenin pasif bir ürünü olduğuna inanıyorlardı. Hatta bu fikirlerini daha da abartmış ve insan doğanın yoğurduğu bir çamurdur demişlerdir.

Çevreci determinist fikri benimsemiş olan ünlü coğrafyacı Friedrich Ratzel (1844-1904), 1882-1891 yıllar arasında hazırladığı iki ciltlik Antropogeographie adlı eserinde, insanların çevre tarafından yönlendirildiğini ileri sürmüştür. Ardından da 1897’de kaleme aldığı Politische Geographie adlı eserinde ise insanların ve devletlerin, lebensraum adı verilen ve içinde canlı organizmaların gelişeceği hayatlarında çevre tarafından şekillendirildiği tezini ileri sürmüştür.

Ratzel’in bu görüşleri çevreci determinizm fikrini benimsediğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Ratzel’in fikirlerini kabullenen ve onu daha da geliştirmek için gayret sarf eden XX. yüzyılın ünlü fiziki coğrafyacılarından biri olan Amerikalı Ellen Churchil Semple, Influences of Geographic Environment adlı eserinde, çevreci determinizm fikrini oldukça ileri bir seviyeye taşımıştır. Semple, “İnsan yeryüzünün sunduğu bir üründür.

Bu, insanın yeryüzünün sadece bir çocuğu olduğu anlamında değil, aynı zamanda yerin ona bir annelik yaptığı, onu beslediği, ona görevler verdiği, düşüncelerini yönlendirdiği, ona vücudunu ve aklını güçlendirecek zorluklar verdiği, ona denizlerde seyahat ve yeryüzünde sulama gibi problemleri ve zaman zaman da bunların çözümü için ipuçları verdiği anlamındadır. Yeryüzü, insanın canına, kanına, hatta ruhuna işlemiştir.” şeklindeki ifadeleri ile çevreci determinizm fikrinin, insanı ve onun kültürünü sınırlayan veya yönlendiren temel faktör olduğunu ileri sürmüştür.

Buna karşın posibilistler insan-çevre etkileşiminde ağırlık merkezi olarak insana yer verilmesi gerektiğini ileri sürmüşler ve insan-çevre etkileşiminde en etkili değiştirici faktörün insan olduğu tezinden hareket etmişlerdir. İnsanın çevreyi değiştirme gücünün, doğal çevre faktörlerinin engelleyici ya da önleyici rolüne göre, çok daha önemli ve etkili olduğunu savunmuşlardır.

Tabii ki burada üzerinde durulması gereken bir konu vardı ki, coğrafya ilmi, hem posibilist görüşlerden, hem de çevreci deterministlerin fikirlerinden faydalanarak doğru bilgiye ulaşabilir ve bu şekilde de insan-çevre etkileşimini yorumlamadaki ikilemi ortadan kaldırabilirdi. Beşeri coğrafyanın kurucusu olarak kabul edilen Carl Ritter (1779-1859), daha onsekizinci yüzyılın başlarında bu ikiliği ortadan kaldırabilecek fikirler öne sürmüş ve coğrafya ilmine çok önemli yenilikler katmıştır. Bu yenilikler incelendiğinde; Beşeri coğrafya insan ve çevre arasındaki etkileşimi inceler, çevre-insan etkileşiminde bunlardan birine salt ağırlık verilmez. Yani salt bir determinizm de coğrafi değildir, salt bir posibilizm de tamamen coğrafi sayılmaz.

Ritter’in fikirleri modern anlamda beşeri coğrafyanın yapısallaşması bakımından oldukça önemliydi. Fakat coğrafya ilminde insan-çevre etkileşimini yorumlamada determinist görüşün mü yoksa posibilist görüşün mü etkin olduğu tartışmaları yirminci yüzyılın başlarında da devam etmiştir. Determinist görüş, 1920’li yıllara kadar coğrafya ilminde baskın görüş olarak kendini kabul ettirmiştir. 1920’li yıllardan sonra çevreci determinist görüş yavaş yavaş terkedilmiştir.

Bunda Harlan H. Barrows ve Carl Ortwin Sauer’un katkıları büyüktür. İlgi çekici durum her iki coğrafyacının da, fiziki coğrafyacı olmasıdır. Ancak coğrafyanın, özellikle de kendi içinde bulundukları Amerikan coğrafyasının, çok fazla jeoloji içerdiğinden ve insanla ilgili konulara yeteri kadar eğilmediğinden yakınmışlardır.

Geography as Human Ecology (İnsan Ekolojisi Olarak Coğrafya) adlı eserinde, coğrafyacılara, çevrenin insana yaptığı etkiden ziyade insanın kendini çevreye uyarlaması açısından bakmaları gerektiğini önermiştir. Bu öneri ise insan temelli coğrafyanın önce Amerika’da, ardından da Avrupa’da hızla yayılması yönünde oldukça büyük bir etki bırakmıştır. insan üzerinde etkisi olduğunu kabul etmelerine rağmen, esas şekillendirici olarak insanın etkisinden bahsediyorlardı.

Yani Sauer, determinizme karşı çıkarken onu  sağlam bir temele oturtuyordu. Amerikalı kültürel coğrafyacı Michael Solot’a göre Sauer, çevresel determinizmin iki özelliğine karşı çıkmıştı. Bunlardan ilki çevresel uyarıcılar ve insanın ona karşı gösterdiği uyumun coğrafya konularının başlıca öznesi olması, diğeri de insan-çevre etkileşiminin araştırmasında determinist görüşün teorik yapısına duyulan aşırı güvendi. Sauer’un çalışmalarından sonra, coğrafya ilminde kültürel coğrafya adında yeni bir araştırma sahası ortaya çıkmıştır.

Kültürel Coğrafya, Amerikan Beşeri Coğrafyası içerisinde ayrı bir alt dal olarak 1920-1930’larda Berkeley Okulu çalışmaları ile ortaya çıkmıştır. Bu çalışmalar, Kaliforniya Üniversitesi’nin Berkeley Kampüsü’nde coğrafyacı Carl  tarafından başlatılmıştır. Sauer, 1908 yılında Central Wesleyan College’den mezun olduktan sonra kısa bir süre North Western University’de jeoloji araştırmaları yapmıştır. Sauer buradan University of Chicago’ya gitmiş ve ekoloğu) yönetiminde devam ettirmiştir. Amerikan kültürel coğrafyasında, sık sık kültürel coğrafyanın ve Berkeley okulunun lideri olarak adlandırılmış olan, kabul edilmektedir.

Özellikle yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde Amerikan coğrafyasında var olanı resmetmek ve nicel değerler ile boğulmuş olan çalışmalar yerine,
coğrafyacının çalıştığı saha üzerinde araştırmak istediği problemi tespit etmesi ve o problemi ortaya koyduktan sonra, çözüme yönelik bir çalışma yapılmasının daha doğru olacağını ifade etmek istemiştir.

Çevreci determinizme karşı olan fikirlerini, Berkeley Okulu’nda yaptığı çalışmalar ile tüm dünyaya duyuran Sauer, en önemli çalışmalarından birisi olan ve 1925 yılında yazmış olduğu The Morphology of Landscape (Peyzajın Morfolojisi) adlı eserinde, bu düşüncesini şu şekilde dile getirmiştir: “Tasvirin bir sisteme indirgenmesine coğrafyacıların büyük çoğunluğu haklı olarak karşı çıkmıştır. Bu bir kere gerçekleşirse bir coğrafyacı, yapmakta olduğu her türlü bölgesel çalışmayı bu sınırlar içerisinde tutmak zorunda kalacaktır. Ancak bunun aksi olduğu takdirde coğrafyacı serbest hareket edebilir.

Burada coğrafyayı bir sanat olarak düşünmüyoruz. Bir bilim olarak coğrafya elde ettiği verileri sınıflandırmak için bütün imkânlarını kullanmalıdır.” Bu çalışma, insan gruplarının herhangi bir alan üzerinde bıraktıkları izlerin çalışmasıydı. Dolayısıyla çevreci deterministlerin dediği gibi çevrenin insan üzerindeki etkisinin tamamen uzağında kalınmalı ve insanın çevre üzerinde yapmış olduğu üretimlerin ve değişikliklerin kültürel ve antropolojik bir bakış açısıyla incelenmesi gerekmektedir.

Sauer’a göre coğrafya ilmi, fiziki peyzaj üzerindeki unsurlara insanın yapmış olduğu etki ve bu etkinin nesilden nesile aktarılarak geliştirilen boyutu ile ilgilenmelidir. Kültürü insanın üretimi olan, ancak insanın üstünde süperorganik bir olgu olarak görmek gerektiğini düşünmektedir. Kültürel peyzaj ve kültürel coğrafya çalışmalarında Sauer kültür tarihi ve maddi kültür öğeleri ile ilgilenmiştir. Ona göre insan ve mekân etkileşimini açıklayıcı iki araç vardır.

Bunlardan birisi fiziki coğrafya diğeri ise fiziki coğrafya üzerinde kendi kültürel özelliklerini yansıtan toplumsal kültürdür. Sauer’un tarihi
süreçler ile ilgili kurmuş olduğu bağlantılardan biri de şudur: İnsan, dünya yüzeyini değiştirmekteki en son etkendir ve toplumların genel yaşam şekillerinin en son ilave edicisidir.  Dolayısıyla insanoğlundan önce var olan ve çeşitli değişikliklere uğrayan yeryüzü üzerinde, insan en son değiştirici etkendir ve tarihi süreç boyunca da değiştirici bir unsur olarak kendini hissettirmiştir.

Sauer, kültür tarihi adıyla kendi oluşturduğu terimin içerisine özellikle antropoloji ilminin verilerinden de faydalanarak, birçok araştırmayı sığdırmış ve bunları kültürel coğrafya teması içerisinde ifade etmiştir. Bu tema içerisinde dünya üzerindeki hayvan, bitki ve insan yaşamının ortaklığını anlamak istemiştir. Bu ilgisinden dolayı O’nun araştırmaları antropoloji ve bitki ekolojisi ile iç içe olmuştur. Sauer, hem kendi dikkatini hem de öğrencilerinin dikkatini modernizm öncesi toplumlara yöneltmiştir. Sauer, kültürel coğrafyanın ilgisini herhangi bir yere belli karakter kazandıran maddi kültür öğeleri üzerine yönlendirdiğini belirtmektedir.

1927 yılında yazmış olduğu Geography of Pennyroyal (Penniroyal’ın Coğrafyası) adlı eserinde doğal ve kültürel peyzaj kavramını daha net bir şekilde ifade etmiştir. Dört kişilik bir ekiple (C.O. Sauer, J. Leighly, K. Mc Murry ve C.W. kültürel peyzaj kavramı kullanılarak Penniroyal’deki maddi kültür öğeleri, coğrafi bakış açısı ile incelenmiştir. Bu eserinde, insan kendi bakış açısını ve isteklerini doğal peyzaj üzerinde kendi yaptıkları ile birlikte üst üste koyan coğrafi bir vasıtadır. şeklinde bir açıklama yaparak kültürel peyzajın nesilden nesile aktarılan kültürel yapının bir toplamı olduğunu ifade etmiştir. Sauer çalışmaları için iki yol haritası çizmiştir. Bunlardan birincisi inceleme sahasının fiziki özellikleri, diğeri ise arazide inşa edilmiş olan yapıların kullanımıdır.

Sauer, kültürel coğrafya çalışmalarını Kaliforniya Üniversitesi Berkeley Kampüsü’nde ilerletirken, kırk civarında doktora öğrencisi yetiştirmiş, böylece kendinden sonraki nesil için kültürel coğrafyanın geleceğini hazırlamıştır. Aynı zamanda çağdaşı olan birçok coğrafyacı ile bilimsel toplantılar yapmış veya onlarla mektuplaşarak fikirlerini paylaşmıştır. Örneğin, Sauer tarafından 30 Temmuz 1937’de Amerikalı bir coğrafyacı olan Stacy May’e, gönderilen ve Sauer’un öğrencilerinden olan James J. Parsons tarafından, Sauer öldükten sonra
yayınlanan mektupta Sauer şöyle demektedir: “Kültürün özü ile ilgili araştırmalar yapmaktayım.

Yaşayan kültürün sahip olduğu değerler ile kültürel elemanların yayılışı veya yayıldığı bölgedeki kültürün karşı koyması ile kültürel esneklik ve kültürel durağanlık veya başka bir yerde kültürün kendi kendini yok etmesi, kısaca kültürel değişme ve gelişmenin birçok sorusu ile ilgilenmekteyim. Bu ifadesiyle Sauer, kültürel coğrafyanın ve kültürel coğrafyacının ilgilenmesi gereken alanları belirlemeye çalıştığını anlatmaktadır.

Amerikan coğrafyası içinde Sauer’in peyzaj fikri geliştikçe morfoloji içindeki fikirler daha az dikkat çekmeye başlamış ve vurgu, coğrafi soruların antropolojik ve tarihi cevaplarına kaymıştır. Sauer’in 1940 yılının Aralık ayında Louisiana eyaletinde Amerikan Coğrafyacılar Topluluğu’nun başkanlık konuşmasında sunduğu ve 1941 yılında yayınladığı A Foreword to Historical Geography (Tarihi Coğrafyaya Giriş) adlı çalışma bu fikir üzerine kurulan kültürel coğrafyayı çok güzel bir şekilde tanımlamaktadır.

Burada coğrafyacılar, evler ve kasabalar, tarlalar ve fabrikalar ve onların kökenleri hakkında kendi kendilerine neden ve nerede sorusunu sormaksızın araştırma yapmamalıdır şeklinde bir yaklaşımda bulunarak, coğrafyacının temel problemi belirledikten sonra araştırma yapması gerektiği üzerinde durmuştur.

Sauer, 1952 yılında yazmış olduğu Agricultural Origins and Dispersals (Tarımın Anavatanları ve Yayılmaları) adlı eserinde özellikle kültürel yayılma teması üzerinde durmuştur. Kültürel yayılmayı ise şöyle bir örnekle ifade etmeye çalışmıştır: Arkeologların kürekleri sayesinde herhangi bir zamanda tohum bitkilerinin yayılışlarının ortaya çıkması, şüphesiz ki uzakta bulunan alanlar ile kurulmuş olan zengin bir iletişim ağının olduğunu gösterir.

Amerikan kültürel coğrafyasının ortaya çıkışında büyük emekleri ve katkıları olan Sauer’in yapmış olduğu çalışmaların en önemlilerinden biriside The Man’s Role in Changing the Face of the Earth (Yeryüzünü Değiştirmede İnsanın Rolü) adlı eseridir. katılmış olduğu bir sempozyumda sunmuş olduğu bildirisi, sunumundan itibaren ve basıldıktan sonra, sonuçları itibarı ile en önemli eseri olarak kabul edilmiştir.
Eser Berkeley Okulu’nun motiflerinin ortaya çıkardığı en geniş ve kapsamlı anlatım olmuştur.

Sauer’dan sonra Kültürel Coğrafyanın en önemli ismi belki de J. B. Jackson’dır. Jackson, akademisyen olmamasına rağmen, peyzaj kavramını en etkili kullanan yazarlardan biridir. Hatta bazıları onun, Amerika’da yetişmiş en önemli kültürel coğrafyacı olduğunu iddia ederler. Özel eğitim kurumlarında iyi bir eğitim görmüş ve Harvard’dan edebiyat ve tarih diploması almıştır. Daha sonra bir yıl süre ile mimarlık okumuştur. Fakat O, coğrafya konusunda asıl eğitimini II. Dünya Savaşı yıllarında Amerikan ordusunda almıştır.

Orduda istihbarat memuru olarak çalışırken mecburi olarak coğrafya öğrenmiştir. Burada, lokal düzeyde yoğun bir coğrafya eğitimine tabi tutulmuştur. Haritaları ve fotoğrafları kullanmayı, hava fotoğraflarını yorumlamayı burada öğrenmiş, rehber kitapları ve insanlarla mülakatlar yapmayı ya da Amerikan güçlerinin ilerlemesini sağlayacak her yolla bilgi toplamayı yine burada öğrenmiştir. 1951 yılında kültürel coğrafya alanında Landscape isimli dergiyi kurmuş ve editörlüğünü üstlenmiştir. Sayısal coğrafyanın zirvede olduğu o yıllarda bu dergi sayısal araştırmalara ilgi duymayan coğrafyacılar için bir açılım olmuştur.

Birçok kültürel coğrafyacı, insanın şekillendirdiği çevresel değişmelere bakarak, habitatı değiştirici olarak insanın rolüne vurgu yapar. Bu, aynı zamanda insan-çevre geleneğinin başka bir yönünü ortaya koyar. Bir bakıma bu değiştirici olarak-insan düşünce ekolü, çevresel determinizmin karşıtıdır. Deterministler, doğanın insanoğlunu şekillendirdiğini söylemesine karşılık, insanın fiziki çevre üzerindeki etkisini inceleyen kültürel coğrafyacılar, insanın doğayı şekillendirdiğini iddia ederler. Aslında coğrafyacılar ilk çağdan beri insanın yeryüzünü değiştirdiğine değinmektedirler.

1970’lerle beraber kültürel coğrafyacılar arasında bilimsel ikilikler ortaya çıktı ve daha farklı akademik çalışmalar yapılmaya başlandı96. Maddi kültür öğelerinin betimsel analizini içeren geleneksel peyzaj çalışmalarından, peyzajın anlamını ve şehirlerin kültürel durumunu inceleyen yeni peyzaj çalışmalarına geçilmiştir.

1980’lerin başında, Jackson tarafından yeni kültürel coğrafyanın tanımı yapılmıştır. Jackson, kültürel çalışmalarının özel katılımlarına ve tartışmalarına kolejinde yer vermiştir. Casgrove ise mekânın rolünü sembolik üretimin anlaşılabileceği ve görülebileceği radikal bir kültürel coğrafya önermişti. Geleneksel Amerikan kültürel coğrafyasına eleştiriler getirmiş, mekân konusunun sosyolojik boyutu ile derinlemesine ilgilenmiş ve özellikle İngiliz coğrafyacıları ile yakın ilişkiler içerisine girilmiştir. Feminist bilim adamları tarafından derinlemesine yapılan çalışmalar ile modernleşme sonrasının ve sömürgecilik sonrasının teorileri kültürel coğrafyacıların araştırmalarının kültürel boyutunu değiştirmiştir.

1980’lerin sonuna doğru yeni kültürel coğrafya daha hızlı yayılmaya başlamıştır. Özellikle İngiltere’de Danis Casgrove ve Stephan Daniels gibi kültürel Marksistler, tarihi bakış açılarını elit kültür ve geçmişteki kırsal peyzaj üzerine yerleştirdiler. Peter Jackson gibi coğrafyacılar ise çağdaş şehirlerdeki popüler kültür manzaralarını ve konumlarını araştırmışlardır. Ancak bu süreçte kültürel coğrafyacıların bir kısmı, eski kültürel coğrafyacıları ve çalışmalarını suçlama ve aşağılama gibi davranışlar içerisine girmişlerdir.

1990’ların ilk yıllarında kültürel coğrafyada yapısalcılık sonrasında araştırmalar için çok hevesli çalışmalar vardı. Fakat bu çalışmalar hızlı bir şekilde popülerliğini kaybetmişlerdi. Kültürel coğrafyadaki araştırma grupları, sadece yazılarında değil aynı zamanda arazi gözlemlerinde de etnografik araştırmaların uygulamasının nasıl yapılacağını gösterme amacı taşımaktaydılar.

Bir coğrafyacı esas olarak insanların dünyada nasıl yaşadığını, dünyayı nasıl kullandığını, hayallerine göre nasıl şekillendirdiğini ve nasıl duygular yüklediğini anlamak zorundadır. Disiplinimiz insanlığın bilimidir, kelimenin tam anlamıyla yalnızca boşluktaki sosyal mekanizmaların ve onun yazımının bilimi değildir. Bu bize her grubun üyelerinin beyinlerinde kâinatı nasıl şekillendirdikleri ve doğayı, toplumu, iyiyi-kötüyü, erkeği ve kadını nasıl tasarladıklarını gösterir.

Coğrafyacı, coğrafyanın disiplinler arası bir bilim olduğundan hareketle sadece yeryüzü ile değil, yeryüzünü şekillendiren insan ve onun yaptığı faaliyetler ile de ilgilenmek zorundadır. Bir toplumun ortaya koyduğu maddi kültür öğeleri sadece maddi görünümüyle ele alınmamalı onun kültürel olarak; kaynağı, geçmişi, yayılması ve diğer kültürlerle olan etkileşimini de anlaması gerekmektedir. Kültürel coğrafyada yaygın temalar, özellikle sermayenin hızlı yayılma sürecinde, çağdaş mekânın yeniden yapılandırılması, konumunun anlamlandırılması ve uygulamaları ile ilgilenmektedir.

Kültürel coğrafya, maddi dünya ile hayallerin ve düşünce bağlantılarının bir ortak yoludur. Çünkü kültürel coğrafyanın hareketleri, geniş bir ilgi ve meraka dayanmaktadır. Kültürel coğrafyacılar, insan aktivitelerinin sembolik boyutuna önem vermişlerdir. Bunun yanında toplumsal süreçlerin tarihi anlamlarıyla ilgilenmişler ve kültürel bilginin kaynağını açıklamaya gayret etmişlerdir. Çağdaş beşeri coğrafya, sosyal farklılıkların üst üste birikmiş kültürü ve çeşitli mücadeleleri arasındaki karmaşık bir sosyal yapının, ortaya çıkardığı kültürel peyzajın değişiklikleri ile ilgilenmektedir.

Kültürel coğrafya, kültürel coğrafyacılar tarafından bir beşeri bilim olarak tanımlanmakta ve insanların hayatı ile ilgili bilimsel yaklaşımda bulunmaktadır. Kültürel coğrafya, modern dünyanın her yerinde, kültürle ilgili olan konuları araştırır; bu araştırmaları yaparken sebepler ve sonuçlar ile ilgili olduğu kadar duygularla, olaylar ve olgularla olduğu kadar sembollerle de ilgilenmektedir. Kültürel coğrafya, coğrafyacıların hafızalarında kültürün ne olduğu konusuna ilgi duymaları için onlara bir fırsat sağlamaktadır.

Kültürel coğrafyacıların, kültürel coğrafyaya ilgi duymaları ve çalışmaları, disiplinler arası araştırmalarda, maddi kültür konuları üzerinden kültürel coğrafyanın geleneksel konularını algılamalarını sağlar. Bunun yanında coğrafyacının, kültürel yönlendirmelere yardımcı olması, iktidarın sorunlarına çözümler üretmesi gibi konularda yardımcı olarak coğrafyacının farklı bir anlam kazanmasını sağlar. Yeni kültürel coğrafyada amaç, kültürün tamamen politize edilmesi fikrini ortadan kaldırmaktır. Bununla birlikte coğrafyacılar tarafından nadiren işlenen sosyal hayatın yayılış alanına dikkat çekmekilmelidir.

Coğrafya ulusların ideolojik yapısını açıklamalı, kültürel mekânın üretiminde konuşma ve dilin rolü hakkında açıklama yapmalı, alt kültürün korunması ve gelişimi için fikir üretmeli, cinsellik ve kimlik konusunu irdelemeli ve bu konularla ilgilenerek insan eliyle yapılmış olan materyallerin incelenmesine yönlendirilmelidir. Eski kültürel coğrafyacıların doğal ve modernizm öncesi peyzajlara yoğunlaşmasının aksine yeni kültürel coğrafyacılar gittikçe artan bir oranda şehirlere ve XX. yüzyılın modern toplumlarına yönelmişlerdir. Yeni yaklaşımlarda maddi kültür öğeleri yerine kimlik (identity), temsil (representation), sembolleştirme (symbolism), anlam (meaning) ve tasavvur (imagination) edebilmek gibi kavramlar araştırmaların ana ekseninde yer almıştır. Şehirleri bir kitap gibi okumak, bu yeni yaklaşımda öncelik verilen konulardan biridir.

Yeni kültürel coğrafyacılar, Berkeley Okulu’nun temsil ettiği geleneksel kültürel coğrafyayı birçok bakımdan eleştirmişlerdir. Bu eleştirilerin en önemlilerinden birisi süperorganik konusundadır. Cosgrove, başka bazı kültürel coğrafyacılar ile beraber, kültürün geleneksel düşüncedeki algılama biçimine karşı çıkmıştır. Bu geleneksel düşüncede kültürün tamamen kollektif bir ürün olduğu kabul edilmekteydi. Bu düşünceden dolayı peyzaj çalışmaları kişilerin oynadığı rolü dikkate almamalıydı.

Yeni kültürel coğrafyacıların eskileri eleştirdiği bir başka konu, eskilerin kültürü tamamen maddeleştirerek incelemesidir. Yâni, Berkeley  Okulu coğrafyacılarının daha çok maddi kültür öğelerini inceleyerek, bunları ortaya çıkaran maddi olmayan kültürü yeterince önemsememesidir. Bu eski çalışmalarda iş bölümü, sosyal organizasyonlar, suç, hastalık ve eğitim gibi davranışlar, dil ve yer adları, politik süreçler, yiyecek elde etme, müzik ve eğlence, spor ve oyunlar, yer algılaması, cinsiyetlerin sosyal mekânları, efsaneler, cenaze ve düğün adetleri gibi konulara yeterince önem verilmemiştir.

Kültürel coğrafya araştırmalarına temel oluşturması açısından Philip Wagner ve Marvin Mikesel tarafından 1962 yılında hazırlanmış olan Reading in Cultural Geography adlı eserde, kültürel coğrafyacının beş ana konu üzerinde yoğunlaşması gerektiği ileri sürülmüştür. Bu konular, kültür bölgesi, kültürel yayılma, kültürel ekoloji, kültürel etkileşim ve kültürel peyzajdır. Kültürel coğrafyada yapılması gereken araştırmalar için öncelikle kültür bölgesinin iyi tespit edilmesi gerekmektedir.

Kültürel bakış açısı içerisindeki ilk tema kültür bölgesi temasıdır. Bu çerçevede ele alınan konunun öncelikle sınırları çizilir. Bir soruyla ifade edilecek olursa, “Kültürler coğrafi olarak nasıl gruplaşmış veya düzenlenmiştir? Yerler, neden ve nasıl birbirine benzer veya birbirinden farklıdır? Mekânsal ilişkilerin seyrinde bu farklı yerler nasıl etkileşir? Orada oturanlar o bölgeyi nasıl algılar ve kendini onlarla nasıl özdeşleştirir?” Bunlar, temel coğrafi sorulardır. Bu durumda kültür bölgesi, kültür özelliklerine ve işlevlerine dayanan coğrafi bir birimdir.

Kültürel coğrafyacılar, fikirlerin, tekniklerin, aletlerin ve başka değişim ajanları ve unsurlarının, bir kültür bölgesinden, başka sahalara nasıl yayıldığı ile ilgilenirler. Başka sözcüklerle, insanların daha önce ihmal edilmiş ya da onların tanıdık olmadıkları fikir ve nesneleri benimseme ve kullanmaları olan fikir ya da nesnelerin mekânsal yayılma süreçleri ile ilgilenirler. Coğrafya ilminin, çeşitli yazarlar tarafından yapılan tanımlarından da açıkça anlaşıldığı gibi, coğrafi elemanların ve olayların açıklamasına geçmeden önce tasvir edilmeleri büyük önem taşımaktadır. Bu tasvirler, yazılı ifade tarzında olabildiği gibi harita ve diyagramlarda da yer alırlar. Bu suretle, haritalar ve diyagramlar, coğrafi tasvirlerde en önemli araçlardır.

Kültürel coğrafya çalışmalarında da, coğrafyanın bütün araştırma konularında olduğu gibi çalışma doğal bölge veya kültürel bölgede sürekli olarak kullanılan uğraşıları gösteren haritalar için kültürel harita terimini kullanmıştır. Sauer, kültürel haritalarında sıradan topografya haritalarında verilen bilgilere ilave olarak, o zamana kadar çizilen haritalarda gösterilmeyen tarımsal faaliyet alanları, yerleşme bölgeleri ve ulaşım sistemleri gibi unsurları da göstermiştir. Kültürel coğrafya çalışmalarında, araştırılan kültür bölgesinin sınırları iyi belirlenmeli ve diğer kültür bölgeleri ile bağlantısı dikkatli bir şekilde incelenmelidir.

Kültürel incelemenin ikinci teması kültürel yayılmadır. Aslında coğrafya için çok önemli bir tema olmasına rağmen bazen yayılma ile dağılış birbirine karıştırılmakta ve herhangi bir coğrafi olgunun nerede olduğu sorusundan hareketle dağılış ilkesi üzerinde durularak, herhangi bir coğrafi olgunun bulunduğu yere nasıl geldiği sorusuna cevap arayan yayılma ihmal edilmektedir. Bu nedenle kültürel yayılma teması, kültürel unsurların bir yerden başka bir yere nasıl yayıldığını araştırır.

Herhangi bir kültür, çıkış noktasından yayılarak geniş bir alanı kaplayan hemen hemen sonsuz sayıdaki keşif ya da yeniliğin ürünüdür. Bu yeniliklerden bazıları binlerce yıl önce meydana gelmişken, bazıları da çok yakın zamanlara aittir, bazıları çok geniş alanlara yayılırken bazıları yalnızca çıkış noktasında kalabilmiştir. Sauer’un öğrencileri ile beraber kaleme aldığı, Agricultural Origins and Dispersals “Tarımın Anavatanları ve Yayılmaları” adlı eserinde özellikle  kültürel yayılma üzerinde durulmuş ve tarımsal kaynakların dünyaya yayılışı
hakkında açıklamalar yapılmıştır.

Kültürel yayılma, özellikle tüketim malları vasıtası ile dünyayı hızla etkilemektedir. Tüketim mallarının imali ve dağıtımında en ucuz yolun, bu ürünlerin büyük miktarlara erişmesini sağlamak olduğundan, tek bir ürünün birçok kültür âlemini sarması gerekmektedir. Bu yayılmaya karşı kültürlerin ayrı ayrı direnmesini engellemek için de tüketim mallarının tanıtımında, aşırı reklam ve pazarlama yolları kullanılarak yayılma olayı hızlandırılmaktadır.

Kültürel ekolojnin konuları kültürler ve fiziki çevre arasındaki karşılıklı neden ve sonuç etkileşiminin incelenmesi şeklinde ifade edilebilir. Kültürel ekoloji, kültür üzerinde çevresel etkileri ve kültürleri yoluyla insanın ekosistem üzerindeki etkisini inceler. Kültürel ekoloji üzerine çalışan bilim adamları, dünya üzerinde değeri olan geleneksel yerel bilgileri ve küresel bilgileri kayıt altına alarak kültürel değerler üzerinde yoğunlaşmaya gayret gösterirler.

Herhangi bir kültür ile onun doğal çevresi arasındaki çok yönlü etkileşim ve ilişki olarak tarif edilen kültürel ekoloji, coğrafya çalışmalarında özellikle yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren yoğun olarak kullanılan terimler arasındadır. Kültürel ekolojide asıl olan; insanın fiziki çevreyi kendisi için kullanması, ancak bu kullanma sırasında fiziki çevrenin kendisini yenilemesine ve var olan ekolojik dengesini sürdürmesine imkân verilmesidir. Bir başka ifadeyle fiziki çevre “ekolojik sürdürülebilirlik” sağlanacak şekilde kullanılmalıdır.

Antropologlar da kültürel antropoloji çalışmaları içerisinde kültürel ekoloji ile yakından ilgilenirler ve kültürel ekolojiyi “kültürlerin çevreleriyle olan devingen (sürekli hareket halinde olan) etkileşimi” olarak ifade ederler. etkisinin, deterministik modellere uymadan çevre sistemleri adlı bir gelişim ve değişim hesabına benzer kapsamlı bir teori sundu.

Kültürel ekoloji terimini tanımlarken, geçim faaliyetleri ve ekonomik düzenlemelerin kültür ile yakın ilişkilerinin olduğu, insan davranışı ve grup hareketlerinin, kültürel sorgulama için başlangıç noktası olduğunu açıkladı. Aynı paralelde ancak küçük bazı farklılıklarla, 1925 yılında kaleme aldığı makalesinde, çalışma alanının kültürel peyzaj üzerindeki ifadesi olarak insan ile insanın değişen mekânının ilişkisini kültürel ekoloji olarak açıkladı. Bu iki tanım ve görüş üzerindeki tartışmalar ve olayın felsefi boyutunun araştırmaları şüphesiz ki uzun süre devam edecektir.

Kültürel coğrafyacıların kullandığı en önemli temalardan biri kültürel etkileşimdir. İnsan gelişmesinin ya da gelişmemesinin sebepleri aranırken bu tema, çok önemli bir açıklayıcı ve yardımcı olarak karşımıza çıkar. Coğrafyacı, kültürün bütün yönlerinin sistematik ve mekânsal olarak birbiri ile ilişki içinde olduğunu bilir. Kısacası, kültürler ilgisiz özellikler dizisinden çok, karmaşık bütünlerdir. Kültür, parçaların doğal ilişki içinde olduğu entegre sistemler oluşturur. Kültürün bütün özellikleri işlevsel bakımdan birbiri ile bağlantılıdır.

Kültürel etkileşim teması, “mekânsal organizasyon ve bağımlılık” olarak, dünyayı değiştiren kültürel coğrafya düşünceleri listesinde yer buldu. Kültürel etkileşim, coğrafyacıların bazı kültürel olayların diğer bazı kültürel olaylara neden olduğunun farkında olduğunu gösterir. Bir kültür elemanında meydana gelen değişme, diğerlerinde de buna  uygun bir değişim başlatır. Kültürün bir yönünün dağılışını, diğer yönlerindeki çeşitlilikleri araştırmadan, nedensel olarak nasıl bağlantılı ve bütünleşmiş olduklarını kavramadan anlayamayız.

Kültürel etkileşim bir kültürün, diğer kültürler ile sürekli alışveriş içerisinde olması ve diğer kültürlerle arasındaki bilgi alışverişinin ilgi çekici bir ayırt edilebilirlik göstermesi ile sempatik bir görünüm kazanmaktadır. Kültürel etkileşim, kültür unsurlarının coğrafi bakımdan yer değiştirerek bir toplumdan başka bir topluma geçmesi hadisesini tanımlayan kültürel yayılma olayının doğal bir sonucudur.

Dinsel inanç, örneğin bir grubun oy verme eğilimini, beslenme alışkanlıklarını, alışveriş kalıplarını, iş tiplerini ve sosyal mevkiini etkileme
potansiyeline sahiptir. Hindistan’ın çoğunluk dini olan geleneksel Hinduizm, insanları kast olarak adlandırılan sosyal sınıflara ayırır ve her birisi için belirlenmiş geçim şekillerini tarif eder. Mormon inancı ise alkollü içecekleri, tütün, kafein ve diğer bazı ürünleri yasaklar ve böylece inananlarının beslenme ve alışveriş kalıpları etkilenir. Kültürün bir yönü diğer yönlerini birçok şekilde etkiler. Coğrafyacı, aynı kültür içindeki nedensel güçlerin, kültürün diğer yönlerinde nasıl farklılaşmalara neden olduğunu incelemek zorundadır.

Kültürel peyzaj, kültürel coğrafya temalarının sonuncusu ve en somut olanıdır. Kültürel peyzaj, kültür gruplarının yeryüzünde yaşarken yarattıkları görünür maddi peyzajdır. Kültürler doğal habitatı kendi peyzajlarına dönüştürürler. Yerleşilmiş her yer doğal peyzajdan dönüştürülmüş bir kültürel peyzaja sahiptir ve her peyzaj kendisini oluşturan kültürü yansıtır. Peyzaj kültürün aynasıdır ve peyzajıdikkatli bir şekilde gözleyen kültürel coğrafyacı, bir insan topluluğu hakkında çok şey öğrenebilir. Aslında kültürün bu görsel kaydı o kadar önemlidir ki, bazı coğrafyacılar peyzaj konusunu coğrafyanın temel ilgi alanı olarak kabul eder.

Arazi şekilleri, doğal bitki örtüsü, topraklar gibi fiziki unsurlar doğal peyzajı (natural landscape) oluşturur. İnsan gruplarının bu peyzajı kendi faaliyetleri sonucu şekillendirmesi, onu değişikliğe uğratması ve kendi karakterini yansıtacak şekilde işlemesi ile kültürel peyzaj (cultural landscape) ortaya çıkar. Batı coğrafya ve diğer sosyal bilim literatüründe kültürel peyzaja, yapılandırılmış ya da inşa edilmiş ortam (built environment) adı da verilmektedir. Peyzaj, aslında Alman tarafından aktarılmıştır. Kelimenin Almanca karşılığı Landschaft’dır. Coğrafyanın bir Landschafskunde (peyzaj bilimi) olması gerektiğini ilk kez 1906’da Alman Otto Schlüter ortaya atmıştır.

Sauer, kültürel peyzaj konusu için The Morphology of Landscape adlı eserinde şöyle bir açıklama yapıyor: “Arazinin, insan faaliyetlerinin başlamasından önceki durumu sadece bir tür morfolojik bilgileri içerir, buna orijinal ya da doğal peyzaj adı verilir. Oysa insan faaliyetleri kendisini kültürel peyzajda ortaya koyar. Peyzaj şekillerini doğal ve kültürel olarak ayırmak, insan aktivitelerinin karakteri ve alansal önemini anlamak için gereklidir. O zaman evrensel ama illa da kozmolojik olmayan anlamda coğrafya, dünya tarihinin, bölgelerin insan faaliyetleri ile nasıl farklılaştığını araştıran son parçasını oluşturur.”

Peyzaj terimi, herkesin günlük hayatta kullandığı bir terimdir. Arazinin eşyalarının bilimsel bir düzenlemesi olarak tanımlanabilmektedir. Bu düzenleme içerisinde ağaçlar, çayırlar, binalar, caddeler, fabrikalar, açık alanlar, rekreasyon alanları, dini mekanlar ve diğer bütün donatım elemanları peyzajın unsurları arasında yer almaktadır. Kültürel peyzaj kavramı ise fiziki peyzaj üzerinde insan kültürünün etkisi ile ortaya çıkan maddi kültür öğelerinin karşılığı olarak ifade edilmektedir.

Kültürel peyzaja atfedilen bu önem onun barınma, yiyecek ve giyinmeyi görsel olarak yansıtmasındandır. Kültürel peyzaj, genellikle geçmişe ait değişik unsurları kapsadığı için insanların dünyayı nasıl değiştirdikleri ile ilgili farklı tutumları yansıtır ve kültürlerin kaynağı, yayılması ve gelişmesi hakkında önemli ipuçları ihtiva eder. Her kültürel peyzaj, bazıları yeni ve bazıları eski, bazıları antik ve bazıları modern insan eserlerinin bir toplamıdır. Sauer’e göre kültürel peyzaj doğal peyzajın kültürel bir grup tarafından değiştirilmesi ile ortaya çıkar. Kültür, işi yapan asıl etmen; doğal peyzaj bir araç ve kültürel peyzajda bir sonuçtur.

Kültürel Araştırma Yapılan Sahasının Yeri ve Özellikleri

Erzurum Şehri, Doğu Anadolu Bölgesi’nin Erzurum-Kars Bölümü’nde yer almaktadır. Araştırma sahası içerisinde, 03.03.2008 tarihli ve 5747 sayılı kanunla yapılan düzenlemeye göre kurulan Yakutiye, Palandöken ve Aziziye adı verilen üç metropol ilçe yer almaktadır.

10.07.2004 tarih ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununun geçici ikinci maddesine göre, nüfusu bir milyona kadar olan büyük şehirlerde, valilik binası merkez kabul edilerek yarıçapı 20 km olan dairenin sınırı da Büyükşehir Belediyesinin sınırını oluşturmaktadır.

Şehrin, Aziziye ilçesi Erzurum Ovası’nın batı kesiminde ova üzerinde kurulmuş olan Dadaşkent yerleşim sahası ve daha batıdaki Ilıca ilçe merkezi ve köylerinden oluşmaktadır. Yakutiye ilçesi, şehrin tarihi kuruluş yerini ve 2008 yılında dâhil edilen kuzeyindeki Dumlu ile Erzurum Ovası üzerinde yer alan Dadaşköy beldelerini de içine almaktadır. Yakutiye ilçesi, doğuda ise Deveboynu Beli tarafından Pasinler Ovası’ndan ayrılan bir arazi üzerinde bulunmaktadır. Palandöken ilçesi ise Palandöken Dağları’nın kuzey etekleri ile Büyük Kiremitlik

Tepesi’nin güneyi arasında yer alan arazi üzerinde kurulmuş olan ve denize göre konumu diğer ilçelere göre daha yüksek olan bir arazi üzerinde kurulmuştur. Erzurum Şehri, batıda Bayburt ili ve Aşkale (Erzurum) ilçesi ile doğuda Pasinler (Erzurum) ilçesi, güneyde Çat (Erzurum), Tekman (Erzurum) ilçeleri ile ve kuzeyde ise Tortum (Erzurum) ve İspir (Erzurum) ilçeleri ile komşudur. Üç metropol ilçenin birleşiminden oluşan Erzurum Şehri’nin yüzölçümü yaklaşık olarak 3360 km2’ dir* (Yakutiye 883.7 km2, Aziziye 1812 km2 ve Palandöken 664 km2)

 

Erzurum'un Kültürü
Erzurum İlçelerinin kendisine özgü kültürleri vardır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Metropol ilçelerin idari sınırları içerisinde Yakutiye ilçesinde 10 köy 42 mahalle, Palandöken ilçesinde 3 köy 36 mahalle ve Aziziye ilçesinde 49 köy 35 mahalle olmak üzere, toplamda 62 köy ve 112 mahalle yerleşmesi bulunmaktadır. Erzurum Şehri, kuzeyden Dumlu Dağları, güneyden Palandöken Dağları ve doğudan Kargapazarı Dağları tarafından çevrilmiş olan ve yaklaşık olarak 1750-2000 m. yükseltiler arasında yerleşen Erzurum Ovası’nın güney ve doğu kesimlerinde kurulmuştur. Şehrin merkezi bölümü ve özellikle tarihi çekirdeği olan Yakutiye ilçesi, ovaya göre belirgin bir şekilde eğim kazanmış ve Kuzey-Güney doğrultulu küçük dereler tarafından yarılmış olan birikinti yelpazesi üzerinde kurulmuştur.

Erzurum Ovası, Çoruh, Aras ve Fırat Havzalarının birbirinden ayrıldıkları sahada yer almıştır. Dolayısıyla bu üç önemli akarsuyun Erzurum Ovası ile etkileşim içerisinde olduğu söylenebilir. Bu akarsulardan özellikle Fırat Nehri’nin kollarından olan ve kaynağını Dumlu Dağları’ndan alan Karasu Nehri, Erzurum Şehri’ni en fazla etkileyen akarsudur.

Erzurum Şehri’nin, çevresindeki il merkezleri ile arasındaki karayolu mesafeleri ise şöyledir: Erzurum-Artvin 226 km., Erzurum-Ağrı 184 km., Erzurum-Bayburt 125 km., Erzurum-Ardahan 232 km., Erzurum-Bingöl 180 km., Erzurum-Muş 266 km., Erzurum-Kars 203 km., Erzurum-Erzincan 189 km. ve Erzurum-Rize 377 km.’dir. Erzurum Şehri’nin, 2011 yılı ADNKS sonuçlarına göre toplam nüfusu 367 250’dir.

Bu nüfusun 174 958’i, şehrin tarihi çekirdeğini de meydana getiren Yakutiye ilçesinde bulunmaktadır. Şehrin ikinci büyük ilçesi olan Palandöken ilçesinde 153 031 nüfus var iken, batıda bulunan ve iki ayrı yerleşme merkezinden oluşan (Dadaşkent ve Ilıca) Aziziye ilçesinde ise 39 261’lik bir nüfus bulunmaktadır. Toplam nüfus oranı ile Erzurum Şehri, Türkiye’deki on altı büyükşehir belediyesi içerisinde en az nüfusa sahip olan büyükşehirdir.

Kültürel Araştırmanın Amacı ve Yöntemi

Bu çalışmanın amacı, Erzurum Şehri’nin kuruluş yerinin fiziki coğrafya şartları ve bu şartları kendi lehine çevirebilmek için, Erzurum’da yaşayan insanların geçmişten günümüze kadar getirmiş olduğu kültürel birikimin ve kültürel peyzajın ortaya konulmasıdır. Söz konusu bu genel amaç doğrultusunda cevap aranacak bazı sorular ise şöyle sıralanabilir:
-Araştırma sahasında doğal çevre ve insan etkileşimi ne düzeydedir? Bu etkileşim süreçleri sonucunda ortaya çıkan kültürel üretimler nelerdir?
-Sahada nüfusun tarihi gelişimi, nüfus hareketleri ve genel demografik niteliklerin durumu nedir?
-Araştırma sahasının, kültürel gelişiminde ve değişiminde hangi medeniyetlerin etkisi olmuştur? Kültürel etkileşim hangi boyutlarda
yaşanmıştır?
-İnsan hayatının, öncelikli gereksinimleri olan yeme içme, giyinme barınma konularında, araştırma sahasında mevcut olan kültürel
coğrafya unsurları nelerdir?
-Sahada, günümüzde mevcudiyetini devam ettiren geleneksel kültür unsurları nelerdir? Bu kültürel varlıkların sonraki nesillere aktarılabilmesi için neler yapılabilir?

Araştırmanın genel amaçlarına ulaşılabilmesi için coğrafyanın temel araştırma yöntemleri olarak kabul gören, yerinde gezi-gözlem ve mülâkat yöntemleri uygulanmış, elde edilen verilerin analiz-sentez sürecinde yorumlanmasıyla çeşitli sonuçlara ulaşılmıştır. İlk etapta literatür tarama süreci başlatılmış olup, saha ile ilgili olarak daha önce yapılmış coğrafi çalışmalar ve araştırma sahası ile ilişkili olarak, farklı bilim dallarında hazırlanmış araştırmalar incelenmeye çalışılmıştır.

Başvuru kaynakları ile periyodik kaynakların taranması yoluna gidilmiş ve Yükseköğretim Kurulu Kütüphanesi, Milli Kütüphane, Üniversite Kütüphaneleri ve hem ulusal hem de uluslararası elektronik kütüphaneler gibi toplu bilgi kaynakları taranmaya çalışılmıştır. İncelenen çalışmaların dogrudan sahaya yönelik olanları, daha önce yapılan çalışmalar başlığı altında ele alınarak içerikleri kısaca belirtilmiştir.

İnceleme alanı ile ilgili olarak, HGK tarafından hazırlanan 1/100 000 (Erzurum İ-45, İ-46 ve İ-47, Tortum H-45, H-46 ve H-47) ölçekli topoğrafya Erzurum Şehrinin Kültürel Coğrafyası (Maddi Kültür Öğelerine Göre) haritalarından yararlanılmıştır. Çalışmada kullanılan klimatik veriler, DMİGM’nden, nüfus ile ilgili veriler ise TÜİK kayıtlarından elde edilmiştir. Saha etütleri esnasında çok sayıda fotoğraf çekimi yapılmış ve titiz bir eleme ile bunların bir kısmı çalışmanın ilgili bölümlerine yerleştirilmiştir.

Araştırmada görsel öğelerin zenginleştirilmesi amacıyla, şekil, tablo, grafik ve çeşitli haritalama tekniklerinden yararlanılmıştır. Tablo ve grafikler Microsoft Office 2010 sürümündeki Word ve Excel programlarında oluşturulurken, haritaların çizim ve renklendirmeleri için Adobe Photoshop CS4 programı kullanılmıştır.

Başvuru sistemi olarak, okuyucuya sağladığı kolaylıklar göz önüne alınarak dipnotlu başvuru sistemi tercih edilmiştir. Araştırma, mevcut rapor, tez ve diğer çalışmaların taranması ile pek çok kurum istatistiğinden yararlanılması ne deniyle nicel bir boyut taşımaktadır. Ancak çalışmada, saha etütleri esnasında gerçekleştirilen mülâkatlar ve gözlem yoluyla birinci elden bilgi toplanmış olması nedeniyle önemli ölçüde nitel yöntemlerden de yararlanılmıştır.

Araştırma, Coğrafya ilmi lisansüstü tez çalışmaları içerisinde Kültürel Coğrafya alanında Türkiye’de yapılan ilk çalışmadır. Bu özelliğinden dolayı, hemen bütün tez çalışmalarında olduğu gibi muhtelif konularda eksiklikleri olabileceği düşünülmektedir. Araştırmada özellikle, insanoğlunun hayatını devam ettirebilmesi için gerekli olan yeme içme faaliyeti ve buna bağlı olarak ortaya çıkan kültürel değerler, bunun yanında iklim şartları ve örtünme ihtiyacına bağlı olarak gelişen giyim kuşam kültürü incelenmiştir.

Ayrıca insanoğlunun kendini güvende hissedebilmesi için gerekli olan dış çevreye karşı korunma ihtiyacının ortaya çıkardığı barınma faaliyeti ve bunun sonucunda gelişen mesken kültürü, insan-mekân etkileşimi içerisinde ayrıntılı bir şekilde değerlendirilmeye çalışılmıştır.

Kültür İle İlgili  Önceden Yapılmış Çalışmalar

Araştırmanın literatür tarama sürecinde, gerek çalışmanın kuramsal yapısının oluşturulması ve gerekse saha araştırmaları sırasında yararlanılmak üzere, araştırma sahası ve yakın çevresi ile ilgili olarak daha önce yapılmış olan çalışmalara ulaşılmaya gayret edilmiştir. Gözden geçirilerek, belirli ölçülerde yararlanılan bu çalışmaların bir kısmı ve genel içerikleri, kronolojik sıra ile aşağıda belirtilmiştir;

Erwin Lahn (1940): MTA Dergisi’nin 19. sayısında yayımlanan eserde Lahn, Erzurum Şehri ve çevresinin jeolojik yapısını detaylı bir şekilde araştırmıştır. Özellikle volkanik oluşumların varlığını ifade etmiş, bunun yanında Alp-Himalaya orojenik hareketinden dolayı ortaya çıkan dikey hareketlerin ve graben tarzında çöküntü havzalarının meydana geldiğini belirtmiştir.

Ayhan Onur (1961) : Türk Coğrafya Dergisi’nin 21. sayısında yayımlanan makalesinde Onur, Erzurum ve çevresinde etkili olan hava kütlelerinin özelliklerinden ve bu hava kütlelerinin, Erzurum üzerindeki etkilerinden bahsetmiştir. Yağışlı gün sayısı, kar yağışlı gün sayısı, karla örtülü gün sayısı ve yağış dönemleri detaylı olarak incelenmiştir.

Ahmet Nejdet Sözer (1970): Atatürk Üniversitesi Araştırma Yayınları arasında çıkarılan eserde Sözer, Erzurum Ovası’nın yeryüzü şekilleri, hidrografyası, toprak çeşitliliği ve bitki örtüsü hakkında geniş bilgiler vererek çalışmanın fiziki coğrafyasını geniş bir şekilde incelemiştir. Ardından Erzurum Ovası üzerindeki yerleşmeler ve bu yerleşmelerdeki nüfus özellikleri hakkında bilgiler vermiştir. Ekonomik özellikleri farklı başlıklar altında (tarım, hayvancılık sanayi, ticaret, enerji kaynakları, ulaşım)inceleyerek çalışmayı sonuçlandırmıştır.

İbrahim Atalay (1978): Atatürk Üniversitesi Araştırma Yayınları arasında çıkarılan eserde Atalay, Erzurum Ovası ve çevresinin öncelikle stratigrafisini, tektonizmasını, fay sistemlerini ve depremselliğini jeoloji başlığı altında ayrıntılı bir şekilde incelemiştir. Takip eden bölümde dağlık alanları, Erzurum Ovası’nı ve Erzurum Ovası’nın hidrografyasını, jeomorfoloji başlığı altında geniş açıklamalar ile ifade etmiştir. Son bölümde ise Erzurum Ovası’nın, jeomorfolojik evrimini inceleyerek çalışmasını sonuçlandırmıştır.

1980 yılında Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Araştırma Dergisi 12. Sayı 2. Fasikülde yayımlanan makalesinde ise Atalay144, Erzurum Ovası ve çevresinin iklim özelliklerini oldukça detaylı bir şekilde incelemiş ve kapsamlı bir makale hazırlamıştır. Öncelikle Erzurum Ovası’nın jeolojik ve jeomorfolojik özelliklerini kısaca aktarmış ve ardından iklim hakkında açıklamalara başlamıştır. İklim elemanlarının Erzurum Ovası üzerindeki etkilerini sebep ve sonuçları ile birlikte klimatolojik bakış açısı ile incelemiştir.

Hayati Doğanay (1983): Doçentlik tezi olarak hazırlanan araştırmasında Doğanay, öncelikle Erzurum Şehri’nin fiziki coğrafya özellikleri ve bu özelliklerin insan hayatı üzerindeki etkilerinden bahsetmiştir. Sonraki bölümde, Erzurum’un şehirsel fonksiyonları oldukça ayrıntılı bir şekilde incelenmiş ve sınıflandırılmıştır. Takip eden bölümde Erzurum Şehri’nin fonksiyon bölgeleri sınıflandırılmış ve detaylı açıklamalar yapılmıştır. Son bölümde ise Erzurum Şehri’nde tespit edilen plânlama sorunlarına yer verilmiş ve bu sorunların aşılabilmesi için çeşitli öneriler sunularak çalışma sonuçlandırılmıştır.

1989 yılında Erzurum Belediyesi Kültür Yayınları arasından çıkarılan Şehr-i Mübarek Erzurum adlı çalışmada, Erzurum’un genel coğrafi özelliklerini kapsamlı bir şekilde inceleyen Doğanay146, bu araştırmasında Erzurum’un fiziki coğrafya özellikleri, beşeri coğrafya özellikleri ve ekonomik coğrafya özelliklerini ayrı ayrı kapsamlı bir şekilde incelemiş ve açıklamıştır.

Doğanay, Fırat Havzasının Sosyal, Kültürel ve Ekonomik Kalkınması Sempozyumu’nda (7-9 Nisan 1988) bildiri olarak sunduğu ve 1989 yılında kendi makalelerini birleştirerek kitap haline getirdiği Coğrafya Makaleleri  içerisinde de yer verdiği bir başka çalışmasında ise Erzurum Şehri’nin gecekondulaşma sorunu hakkında araştırmalar yapmış ve bu sorunun çözümü için çeşitli önerilerde bulunmuştur.

Sedat Avcı (1986): Prof. Dr. Hayati Doğanay yönetiminde Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde yüksek lisans tezi olarak hazırlanan çalışmasında Avcı, öncelikle Ilıca’nın genel fiziki coğrafya özelliklerini incelemiştir. Mesken tipleri, meskenlerin inşasında etkili olan faktörler ve meskenler ile ilgili sorunları detaylı bir şekilde araştırmış ve meskenlerle ilgili olan sorunların çözümü
için çeşitli önerilerde bulunmuştur.

Saliha Tüzemen (Koday) (1987): Prof. Dr. Hayati Doğanay yönetiminde Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde yüksek lisans tezi olarak hazırlanan çalışmasında Tüzemen, Dadaşköy’ün fiziki coğrafya özelliklerini inceledikten sonra, nüfusun tarihi gelişimi ve nüfus hareketlerini araştırmış, yerleşme özellikleri hakkında detaylı incelemeler yaparak araştırmayı sonuçlandırmıştır.

Çiğdem Ünal (2007): Türk Coğrafya Dergisi’nin 48. sayısında yayımlanan makalesinde Ünal, öncelikle Erzurum İli nüfusunun Cumhuriyet dönemi içerisindeki değişimi üzerinde durmuştur. Ardından nüfusun yaş ve cins yapısı, aile büyüklükleri ve aile yapısı, nüfus değişiminde rol oynayan faktörler, eğitim durumu ve işgücü durumu araştırmıştır. Son olarak da Erzurum İli nüfusunun, Doğu Anadolu Bölgesi’nde yer alan diğer iller ile karşılaştırılması yapmış ve çeşitli öneriler ile çalışmayı sonuçlandırmıştır.

Ogün Coşkun (2008): Doğu Coğrafya Dergisi’nin 20. sayısında yayımlanan makalesinde Coşkun, Erzurum İli’nin tarihi süreç içerisinde yaşadığı nüfus hareketlerini ve Cumhuriyet Dönemi içerisindeki nüfus değişimini ayrıntılı olarak incelemiştir. Ardından 2000 Genel Nüfus Sayımı sonuçlarına göre Erzurum doğumlu nüfusun illere göre dağılımı, Erzurum İli’ne göç eden nüfusun illere göre dağılımını ve Erzurum İli’nden göç eden nüfusun illere göre dağılımını incelemiştir. Takip eden bölümde Erzurum ili nüfusunun net göç hızını ve göçe katılan nüfusun demografik yapısını detaylı bir şekilde araştırmıştır.

Yaşar Gök (2011): Atatürk Üniversitesi Araştırma Yayınları içerisinde çıkarılan eserinde Gök, Erzurum İli’nin, Cumhuriyet Dönemi içerisindeki nüfus sayım sonuçlarını oldukça ayrıntılı bir şekilde incelemiştir. İl sınırları içerisinde yer alan bütün yerleşmelerin nüfuslarını sayım dönemlerine göre ayrı ayrı ele alan bu çalışma, il hakkında yapılacak olan araştırmalar için detaylı bir kaynak kitabı olma özelliği göstermektedir.

Kısaca belirtilen bu çalışmaların dışında Erzurum Şehri ve çevresi hakkında jeologlar, tarihçiler, sanat tarihçiler, arkeologlar, ziraatçiler, sosyologlar,

İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir